5 Aralık 2014 Cuma
ve hiçbir yere varamayışımız.
kuşu vurursan tek bir tüyü uçar eve de
konar ya annenin avucuna.
oysa ne kadar da benzer, avuçlarımızdaki çizgiler.
sana bir şarkı
bana bir çınar görünüyor ya bulutlar,
işte bak orada çizilmiştir ilk harf
orada silinirken ses tonlarımız
orada giderken sen ve orada
önüme düşmüş saçlarına dokunmamaya çalışarak
sana henüz dokunmamışken ne kadar anlamlı parmaklarım
imkansız bile değilken, elin sadece yarım saniye omuzumda bekliyor.
bekliyor mu gerçekten?
sen hareket ediyorsun,
sen yoldan geçen birisin sadece, belki.
sen o yoldan bile geçmiyorsundur belki
ama elin omuzumda. yarım saniye.
ne kadar derininde hatırlarsam
o kadar uzun sürecek yarım saniye
sigaranı yakmamdan daha kısa
yüzünün çakmağımla aydınlanmasından daha kısa
o kadar güzeldi ki oysa bazı kelimeleri senin ağzından duyabilmek
bazı şarkıları yanyanayken dinleyebilmek
ya.
işte ben yine düşünecek bir şey bulamayıp seni düşünüyorum
ne kadar uzaktasın, ne kadar yakındasın, ne kadar alçak, ne kadar yüksek
hiç olmadı daha ne kadar buradasın?
burada mısın?
merhaba?
1 Kasım 2014 Cumartesi
Bir Evsiz Yatağında
Haziran yağmurları hala kokutuyorken toprağı,
Yalnız kalmış bir ağaca iki dost olduk.
Yalnız kalmış bir ağacı kıskandık.
Yalnız kaldık.
Sigaramdan içiyorsun, bu yaşıyorum demektir
Bu uyandım ve sensizim demektir
Halısız bir evin sabahına çıplak ayakla
Seni özlüyorum demektir.
Hangi mevsimden geliyorsun, saçların güneş kokmuş
Saçların güçsüz, saçların boylu boyunca
Tutundum uzunca, her yenilenişte
Kaybetmemek için.
Sadece bir otobüs koltuğu mesafesinde olmanı isterdim
Neden geç olsun ki,
Başını koyduğun yastık olsam yeter, uzun olmayan yolunda.
Bütün yorgunlukları bir bakışın geçirecek.
Ne kadar derini öpülebilecek ki gözlerinin?
Ne kadar derini açacak gözlerini?
Sakladığın merhametten birazını istiyorum sadece.
Bir evsiz yatağında dokunmak istiyorum sana gözlerin bir kedinin rüzgarda kalışını anlatırken.
29 Ağustos 2014 Cuma
Teşekkürler
Bütün çabalarına rağmen güneşin
Bitmeyen bir gece zihnimi kaplıyor
Eylül en soğuk ay ve aklıma giriyor
Bütün feda edebileceklerim, ne iyi
Şefkatten yapılmış bir kaban giyinmek isterim
Bütün günler kuruyana kadar
Öfkem beni ısıtmayacak kadar az
Seni eritecek kadar çokken
İnanmak istemeyişlerimdensin
Çok harfli kelimeleri seviyorsun değil mi?
Uzunca dönen ve heceleri yuvarlayan ağızları
Kaybettiğin özneleri sevdiğin gibi
Henüz tanıyorken, tanımlayabiliyorken
Henüz kurallardan kaçmamışken
Henüz ölmemişken
Üç şarkıdan üç renk çıkarttık
Üç renkten bir gökyüzü boyadık
Yağmurlu ve geniş adımlı
En büyük hatamız
Yağmasını beklerken geçen Eylül'ü görmemekti
Her defasında henüz sarılırken feda ettiğim, her dokunuşta henüz korkuyorken acıttığım, her özleyişte aynı sesi dinlediğim, her kaybedişte kulaklarımdan kanlar akıtan bir suçluya sahibim. Saçlarının kıvrımları sevildiğinde daha güzel olacaktır eminim. Görüşmek üzere.
11 Ağustos 2014 Pazartesi
hiçbir iz bırakmadı giderken sokaklara
herkesin yalnız olduğu kuyruklar vardır
birbirini tanıyan iki kişiydik orada
sıramızı bozduk yan yana durmak için
daha duramadan kovulduk
ikimizi kapsamayan bu yağmursuzluğa
bütün şaşkınlığıyla bizi sarıyordu bir bina
nemden yosunlanmış gözlerinde
sevmek isteği, sevilirim korkusu
her misafirine aşık olmuş
hiçbiri tarafından sevilmemiş
22 Temmuz 2014 Salı
Sesten Serin
Bir çalar saatin rahatsızlığıyla aklıma düşüyorsun.
Altını çizdiğim bütün satırların intikamını alırcasına.
Boşluklarımızı dolduracak bütün yalnızlıklar
Diyorsun.
Sen ağzından bütün kavramları açıklayabilen,
Bir tek bu benzerliği açıklayamıyorsun
Bir tek o hissin,
Boynunda kırmızı bir fular gibi duruşunu.
Gözlerinden incecik bir acı süzülüyor
Bir kaç saatliğine kanımda bekleyecek bir acı
Rayların soğuğuna uzanmak gibi, ince.
Elinin tutacağı çiçeği saçlarının arasına saklamışsın
Gülün seslenişi uzaktan, uzaktan ağır
Ve buğulu bir sesten serin.
Saçlarından mı yoksa?
Hayatımın en güzel vedasıydın
En güzel kokan sarılmaydın, en esmeriydin hayaletlerin
Adından çıkarken bütün harflerim,
Hissizliğinde boğulmaya davet ediliyorum.
10 Temmuz 2014 Perşembe
6 Haziran 2014 Cuma
Arkadaşlarımı inceliyorum mesela, arkadaşlarım ya, yargılamadan önce bunu neden yaptı diye soruyorum kendime. Arkadaşım olmasalar sormam mesela. Yani bana ne ki zaten arkadaşım olmayanlardan. Arkadaş olamadıklarımı saymıyorum, onları hep düşünüyorum aslında, düşlüyorum daha doğru olabilir. Saat sabah ezanına yaklaşıyor, üşüdünüz mü? Üşümeyin rica ederim. Hani dedim ya düşlüyorum diye, mesela üşümeyi düşlüyorum. Hani üşür ya insanlar, soğuk olur falan hava. İşte kar, falan. Buraya kar yağmaz, niye bana sarılacak kadar üşümüyor kimse, anlamıyorum. Çok mu kar yağıyor sizin geldiğiniz yerlerde? Ciddiyseniz gider miyiz bir ara? Kar bahane bakmayın bana, çocukluğunuzu yaşamak istiyorum ben sizinle. Aradığım nedenleri bulabilirim o zaman. Bana sarılacak kadar üşümez misiniz hiç siz, nasıl insanlarsınız.
İnsanlar falan yazdığıma da bakma sen, aslında sana sormak istediklerim bunlar. Belki ibadet eder gibi bir ses tonuyla yapamam bunu ama bir daha senin için tek bir cümle bile kuramayacağımı biliyorum. Ondan bu çırpınmalar galiba. Yani en azından saçların için kurmam. Bir adet bencil pislik olduğumu söylediklerini söyledim değil mi? Belki de öyleyimdir. Kötü biriyimdir de kendimi göremiyorumdur.
Bir anda sigara kadar değerli olmaktan üzerinde ruj izi kalmış izmarit kadar değersizleştim sende. Sevmekten bahsediyorlar, onlar, onları sen de sevmiyorsun, ne kadar anlayabildiler ki? Seni kullanmaktan öteye gitmeyecek aranızdaki her şey. Beni defetmekten öteye gitmeyecek. Garson gelir küllüğü değiştirir, başka sigaralar izmarit olur, konuşmalar, hayatlar yarım kalır. Sen hep yalnız kalırsın her sigara bittiğinde.
Seni aldığın nefes bile anlamayacak biliyorum. Bir gün ihtiyaç duyarsan anlaşılmaya, her yaşta yanında olacağım, bunu engel olamayacak kadar iyi biliyorum. Son cümlelerimi de yazdım bak. İyi uyumalar.
5 Haziran 2014 Perşembe
Gece Yarısına
Kalbimdeki bütün küllükleri yenileri ile değiştirdim. Kırılmaya açık. Acı çekiyorum, dindirilemeyecek kadar büyütüyorum. Başkalarının acısından beslenerek hayatta kalabiliyorum. Anlaşılamazlığımın temeli bütün insanlığın çektiği acı. Belki savaşlar, falan.
Bana şu meşhur virgüllerinden koyabilirdin mesela. Yeni cümlelerinde deneyimsiz öge olurdum, dolaylı tümleç olarak kullanmanı isterdim ama sana kalırdı tabii orası. Seni aramızın bu vaktinde değil de, daha sen yokken anlayabiliyordum. Öznen olamamak acıtıyor aslında her şeyden çok.
Kedimin adını unutursun belki. Seni kaybetmek kedim ölmüş gibi hissettirdi, başka bir kedinin onunla aynı yerde duramayacağını bilirsin ya belki. Hep aynı masalarda farklı renklerde yalnızlık yaşarım ben, tabii bunu da bilmiyorsun. Güzel cümlelerim vardı da duymak istemezdin.
Nasıl olsa sarhoş olamayacağız seninle hiçbir zaman. Bana sen hep içsene demeyecek olman bundandır. Adını her yerde mızıka koyabilirim. Yalnızlığın en güzel yanı olursun belki, yalnızlığın kaç yanı vardır ki zaten? Yalnızlık kutuplardan basık olmak galiba.
Tam meyhanede oturmalık kadındın. Gece yarısı derdim adına benim olsan, demiş miydim? Bütün sesler ve ışıklar saçlarında kaybolur elimi tutsan. Zamanında saçlarında kaybolanları dinlerdik sonra da. Belki bir tane Ezginin Günlüğü şarkısı vardır orada bir yerlerde.
Edip Cansever'den yapabileceğim en güzel alıntıydın sen. Bu anlatamayacağım kadar büyük bir şey. Duraklara sırtımı verip de eskimeyecek şarkılarımı düşünüyorum, bütün arkadaşları kesilmiş bir ağaç gibi hissetmemi sağlayan şarkılarımı.
Demek isterdim ki;
"Başka kimin var
Ölene kadar akordeon çalacak"
Sen akordeon çalınmasını istemiyordun ki.
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Tek Parça
12 Mayıs 2014 Pazartesi
Boş Güneş
düşmek isteyen bir cümle kuruyorum sana
elimden tutamayacağın kadar uzaktan söylüyorum
savaşını izliyorum, acı çekiyorum
incir ağacı dallarını uzatsa sana doğru
kuşlar sabahın ışığıyla yağmur getirse
ve göğünde yedi renkli kuşak olsam
adıma alacakaranlık desen renk körü kalbinde
belki daha bir rahat olurdu senden kurtulması aklımın
biz seninle aynı adamları atamıyoruz ki
çığlıklarımız aynı tona düşsün
aynı yerlerimizden acıtalım birbirimizi,
adına n harfini ekleyeyim
çok sevilmeyen bir arkadaşım demişti dersin
neden zordur seni tanımak, sana tanınmak
neden ağız dolusu ikincilikler kazanmak senden
anlayabilseydim özlerdim yanında olmayı
uzaktan, çok uzaktan
boş bir cümle suratıma patlıyor
duyabildiğini biliyorum,
vazgeçemediğimi duyuyor kalbin
hala iki satıra bakıyorum, suratımda patlayan
alnıma yazılan
hadi çayıma kaç şeker attığımı öğren
aynı masanın aynı sandalyesinde
aynı boşluk dolu bakışlara sahip
aynı uzak keyfin tadını çıkarıyoruz
ben sana sekiz dakika sonra ulaşabiliyorum ancak
sense benim atmosferime yayılıyorsun
denizlerim renginde, uzak, çok uzak bir kızıllık
boş bir güneşin en iyi yaptığı şeyi yapıyorsun
kendini ateşlerle çeviriyorsun
ikarus kanatlarımı yak,
düştüğüm coğrafya dünyanda hiç unutulmasın
7 Mayıs 2014 Çarşamba
Çınar Ağacı
3 Mayıs 2014 Cumartesi
İlk Kağıt Gemi
gökten indirilmiş, körkütük bir varlık sokakları
zilzurna sarhoş astronomi, sırılsıklam aşık
bankta unutulmuş, üzerinde isim yazan sigara pakedi
başkasının dudaklarında mor lekeler bırakmaya giderken,
izmirden suçlu ve mavi bir tren kalkar
bir uçağın tekerleri havalanır aynı anda pistten
ve bütün umutlar başka şehirlere saçılır
uykum başkalarının yastıklarına
pencerende zeytin ağacı, dallarında kuşlar
bir sabah yüzünün güzel olduğunu düşüneceksin
hadi mutlu uyan bu sabah, hadi parmakuçların uyuşsun
bu şehirde nefes almaktan
körfeze bırakacağın ilk kağıt gemiyi,
benim defterimden yapmalıyız
30 Nisan 2014 Çarşamba
Kaç Kişi
Bir çember değiliz sonuçta.
Bittiğimiz yerde başlamıyoruz.
Sınırımızı aşan kuvvetlerle düzleştirilmişiz.
Ağlamak kızamık tekrarı, ağlamanın aşısı yok.
Haftalar öncesinden yerleşmiş
Gözünün arkasına, derinin altına, damarlarına.
Ağlamak kızamığın özeti.
Başlangıçlarımızı karalarsak,
Belki virgül koyulacak kadar uzun oluruz.
Dil bilgisine kılavuzluk yapacak cümleler oluruz.
Kelimelerle topladığımız her şeyi kelimelerle dağıtırız.
Düşünüyorum, kelimeleri hiç bulmasaydık?
Dilimizin yerini alır mıydı parmaklarımız?
Altı parmaklılar güzel sesli mi olurdu?
-benim beş parmağım var-
Doğuştan kelimesi ne anlatacak, başlangıcı mı?
Sonu mu?
Ne kadar hazırlayacak sona,
Sonunda cız diyecek miyiz, çocuk gibi, ateş gibi.
Korkutulacağız yanmaktan ve ağlamaktan
Ve tabii ki kızamıktan
Arabamızın önüne bir geyik çıksa da boynuzlarından başlasam lafa;
-"içimde bir sevinç dallanıyor kaç kişi"
-kaç kişi?
29 Nisan 2014 Salı
Lacivert
23 Nisan 2014 Çarşamba
Yüzümün Yaprakları
17 Nisan 2014 Perşembe
Oturduğum yerde gördüğüm en güzel rüya
Üç Renk
10 Nisan 2014 Perşembe
Şafak söksün artık hayatımda. Artık bu karanlık bitmeli. Birinin ışığının gözlüklerimden yansımasını özledim! Sonsuzun bile rakamlaştığı yere vardım artık. Elleri beyaz olan kadın, yüzüme dokun, güneşini yansıt. Beynimi kemiren hamamböceklerinden arındır beni, avuçlarınla kardeş olayım. Çocukluğum sapsarı kıbrıs akasyasını, yeşerememiş köklerini yeniden uyandır.
Şiirler fısıldayacağım kalbinin kulaklarına. Kanın daha bi kırmızı akacak. Üç renkli taç yaprakları olacak aklında. Tanımlamak için şiir olacağın yapraklar. İçimin karanlığı bütün iyi şeyleri yok etmeden gel.
4 Nisan 2014 Cuma
kış biterken
karanlık bir otobüs yolculuğu muydun sen bana
uzun zamanlar uyuyamadığım koltuk mu
kim olduğunu hatırladığımda
dudaklarının kıyısına doluşacak yakamozlar
maviye çekilişim gibi kontrolden çıkmış bir istek duyuyorum
saçlarımın arasına parmaklarını mühürlemelisin
sigaramın ilk nefesinde şakaklarıma saplanmalısın
kış biterken
boynumdaki atkı olmanı istiyorum
4 Mart 2014 Salı
tufan
çocukluğumdan gelen incir ağacısın
gül toprağında yeşeren
enseme toplanan en esmer ağrısın
saçlarımın bittiği yerde başlıyorsun
batık bir gökyüzü gibi başımın içinde
küçücük insanların gezegenden saymadığı
yıldızların en parlağısın evrenimde
kendini yansıt bana
dünyaya dördüncü tufan günahımızdan gelsin
ikimiz bir şiire takılı kalalım eski tarihten
sözlü edebiyatın bir örneği ol benimle
sen varlığı şiir olansın
günün içinden kimseye görünmeden geçen
duvarlardan silinemeyen bir sanat ol benimle
28 Şubat 2014 Cuma
Gecenin bir vakti yazılmış harflere
içimden bir kuş
sapsarı bir yaprağa yazarak konuşuyor benimle
kurtuluş diyor
kaçıncı kurtuluşum bu?
bulutlu izmir göğünün altında
kaçıncı işgali olacak bütün düşüncelerimim
kuş kanadı saçlara?
sarhoş trafik lambaları ve
üç renkli yakınlığımız
kanımızla karışarak oluşan
alkolik bir renk kalbin
uyku mu kurtuluş?
şiirinden anlamak mı yoksa
öten kuşların
uçmayı kim öğretmiş kalplere?
yalnızlığımızı kim öğretmiş?
günlerin menzilini kim söylemiş
bize kısalan zamanı
ve parlamakta olan her şeyi kim güneş ilan etmiş?
kuşun kanadından koparacağın tek tüy bize güneş olur
yeter ki elini uzat
25 Şubat 2014 Salı
anlatsam hiçbir etki hissetmezsin. hafızan hep iyiydi demekten öteye gitmez.
yeşerme saatlerinde kuklaların
o ürpertici ışıltıdan öteye geçemiyorsun
tozlu ve karanlık
iki parçam kayıp benim
bir daha asla tamamlanamam
iki harf eksik konuştuklarım
kukla evi uyanmaya başladı uyku denen illüzyondan
senin nefes alamayacağın bir duman bu
hiçbir tokadın yanına yaklaşamayacağı
vadilerine çöken sisim ben sadece
eskilerin ağır metallerini taşıyorum kucağına
kanına demir getiriyorum
dizlerin, tahta çerçeveli pencereler gibi
ufacık rüzgarlar bile üşütecek
yıkılmaman için ben varım
mezopotamyanın kuş kanadı pembesi çiçek tozlarını getireceğim
antik sesler getireceğim
ve bütün bir gece varmanı bekleyeceğim
uzaklaşıyoruz, atkısız boynunda otobüsün ışıkları
virgül koymayı gerektirecek kadar uzun sessizliğin
bir eşkenar üçgen oluşturuyor aynı yerde bekleyen ben ile
tek eksiğimizin tüylerimizi diken diken edecek bir ses olduğu anlar yaşadık
denizden yansıyan kahkahanı özlediğimi hatırlatan anlar
sessizliğimize bir virgül daha koyacak mıyız?
http://www.youtube.com/watch?v=6366dxFf-Os