30 Kasım 2018 Cuma

Sigara içmek öldürür

Yağmurun pencere camından intikam almaya çalışmasını izliyordu. Odasının penceresinden izlenebilecek o kadar çok şey vardı ki, bulunduğu yerden hiç ayrılmamaya başlamıştı. Üç gündür masanın üzerinde duran kahverengi sigara paketi üzerindeki "Sigara içmek öldürür" yazısı gözüne o kadar çok takılıyordu ki, neredeyse sigarayı bırakacaktı. Arada bir eliyle yetişeceği konumdaki telefon çalardı, arada bir çalan telefonu arada bir cevaplardı.

O an, tam telefonu düşünürken yeniden çalmaya başladı. Bu hep oluyordu, bazen karıncalar gibi duyargaları olduğuna emin bile oluyordu. Duyargalarının nerede olduğunu düşünürken telefon sustu, tam da olsa olsa başının arkasında olacağına emin olmuştu. Gözleri yeniden kahverengi paket üzerindeki, beyaz fona siyahla yazılmış "Sigara içmek öldürür" yazısına takıldı. Sahiden de sigara içtiği ölmüş birkaç kişiyi tanıyordu. Yani eskiden tanıyordu, artık ölmüş kimseyi tanıyor sayılmayız. Bu cümle kafasında şekillendiği anda durgunluğunu anlamlandırdı.

Sessiz ama keskin, kızgın ama üzgün değil, ani ama gerçekten ani bir şekilde oynattı ağzını.

"Keşke ölseydi."

Ne zaman ölüm hakkında düşünse, ölmüş olmasını dilediği biri geliyordu aklına. Çünkü şimdiye kadar bildiği bütün ölülerle ilgili anıları da ölmüştü. Ölmüş değil de artık hayatında olmayan birinin hatıraları vardı onda, her seferinde yeniden doğan hatıralar. Bütün bildikleri anahtar kelimelerle bağlıydı birbirlerine ve her kelimeyi işgal etmişti ölmüş olmasını istediği kişi. Her şey dönüp dolaşıp şarkı sözlerine çıkıyordu, her şeyin vardığı yer hep o cümlelerdi. Bu işgalden kurtulmak için sayfalarca yazmıştı şarkı sözlerini. Yazmayı yeni öğrenen biri gibi, hep aynı sözlerle dolmuştu sayfalar. Bir de başının tam üzerinde bir şiir yazıyordu, her gece uyumak için kendini kandırdığı bir şiir. Uzandığı anda başka bir cümleyi düşünmemesini sağlayan bir şiir. Sert ve sitemkar bir havası var başının üzerine kazılı olan şiirin. Onu oraya hayatının en histerik haftasında bir tırnak makasıyla kazımıştı. Duvarla bakışmak veya duvarla savaşmaktan yorulduğu günlerdi, artık ilerleme için yalvarıyordu. Verdiği emek, harcadığı enerji harekete dönüşsün istiyordu. Savaşılan duvarların heybeti cesaretinin altı boş olanlara kendi boyları kadar görünür, daha fazlasını göremezler ve kendi boylarında kalmak onlar için yeterlidir. O ise kendini cesaretli bile görmüyordu. Kaçtığı bunca şeyden sonra, kendine cesaretli diyemezdi. Korkak dostumuz yine de hep boyundan fazlası için emek harcamıştı. Hatıralarını silemediği için ölmüş olmasını diliyordu, hatıralarını silmekten korktuğu için ölmüş olmasını diliyordu.

Yine de korkak dostumuz hayatına devam ediyordu. Farklı amaçlar koyuyordu önüne ve onlar için daha da güçlü itiyordu ne varsa önünde. Nereye varacağını bilmiyordu ama vardığında ne yapacağını biliyordu, daha da ileriye gidecekti. Telefon çaldı ve onu "Sigara içmek öldürür" yazısından uzaklaştırdı. Bu sefer yetişecek ve açacaktı. Hep aynı ritmde devam eden sesi susturmak için telefonu açtı. Karşısında yine hep aynı ritmde devam eden biri konuşuyordu. Telefonu açmamış gibi hissetti. İlgilenmediğini söyledi ve teşekkür ederek kapattı. Sonra yağmurun ıslattığı camı araladı, derin bir nefes çekti. Tekrar kapattı. Başında düşünmesini engelleyen şiir olan yatağa gitti.

Yorganın kendine ayrılan kısmını kaldırıp altına girdi. Yastığı buz kesmişti, yarısı başka birinin saçı tarafından işgal edilmişti. Elini başka birinin beline attı, dudaklarını başka birinin kulağına yaklaştırdı ve oynattı onları.

"Keşke ölseydin."

27 Kasım 2018 Salı

Oldurucu

Gittiğinde hava çok sıcaktı.
Eve dönüp çarşafta bıraktığın ıslaklığı hissettim
Birbirine karışan birkaç sıvı
Senin derinde işlenmiş birkaç sıvı.
Gittiğinde hava çok sıcaktı, hatırlıyorum.
Fantastik bir film izlemiştik o gece.
Karnında yatarken düşündüklerimin ağırlığıyla,
Sana anı en iyi anlatacak kitabı okuyordum.
Minik bir rüzgarın perdeyi aralayıp
Çıplak kollarını yalamasını hayal etmiştim,
Bundan yüzüme işledi kokun
Çıkmıyor hala.

Öyle oldurucu gülüyordun ki
Bütün umutlar tazeleniyordu.
Öyle oldurucuydu ki,
O çok sıcak havada gittiğinde bile
Uyumadan önce hep "bana" güldüğünü
O aynada bir yansıma bıraktığını ve
Bir gün geri geleceğini düşündüm.
Hepsi, her şey
Bir gün o aynayı toz edene kadar sürdü.
Parmaklarım parçalanana kadar vardın
Bir kalıntı olmanı kabullenemiyordum.
Parmaklarım parçalanana kadar,
Duvar ısınana kadar,
Gülüşünün olduruculuğuna tutundum.
Aylar sonra içimde ne varsa aktı
Sana benzeyen boşluklara.

İncelip kopuyordu omuzlarımda ne kaldıysa,
Her adımda büyük bir yük düşürüyordum.
Her adımda bir kıyamet koparıyordum.
Her kıyamette daha bir olmuyordu olacak olan ne varsa.
Yokluğuna sövmek için bir sigara daha yakıyordum,
Ölmek için bir sigara daha.
Bir sigara daha, şimdi yakıyorum.
Özlediğim bütün yükler için.

08.03.2018

15 Kasım 2018 Perşembe

Bir güz çağırma töreni

Siyah boynuzlarıyla bir keçi yatıyor eşiğimde,
Bu uğursuz düzenin kapı kolu oluyor.
Güz uçuşan yaprakları sarıyor üzerime,
Bir arabanın en arkasında
Korunaklı ama kuşkulu
Yolunda ama yalpalayan
Bir mevsimden emanet alıyor ruhumu.
Yaz bitiyor,
Sürünüyoruz Eylül'den Kasım'a kadar.

Yersiz bir üşüme tutuyor bahçenin etrafını,
Yalnız uyunan yatakların iklimine geldiğimi anlıyorum.
Üç nota basıyor uzun, ince ve beyaz parmaklar.
Üç notada sonbaharı çağırıyor dünyaya.
Hava öyle hızlı soğuyor ki,
Kış diriliyor sanırsınız görseniz.
Hava öyle hızlı soğuyor ki,
Kollarımda jilet çizikleri oluşuyor.
Görseniz yeniden doğan ruhumu,
Görseniz bahçede üşüyen çıplak ruhumu,
Ne kadar da savunmasız görünüyor.

Bir elini gömleğinin yenine saklamış,
Uykuya benzer gülüşler saçan kadın,
Bu rüya sana göre değil.
Bu rüyada trenler hep en ıssız yerde duruyor.
Yıllardır sabit duran kemiklerim
Bir kalp sakladığını anımsıyor.
Eskimiş bir Kıbrıs anforasından şarap içer gibi
Mevsimi bütün geçmişiyle anıyorum.
Meşe fıçıda demlenmiş anılarımı çekip çıkarıyorum.
Bu mevsimde ihtiyaç duyuyorum trenlere en çok.
Hiç gelmesin istiyorum tanıdık evler,
Bu mevsimde gitmek istiyorum en soğuğuna,
En yabancısına.
Lamelifin kollarını çekip doluyorum boynuma,
Bir atkıdan hallice oluyor üzerime.

Bu mevsimi çağırıyorum yeniden tutarak o eli,
Hiç gelmediği bahçeye çağırıyorum elin sahibi.
Hiç tatmadığı bir acıyla besliyorum onun içini,
Hiç özlemediği bir adamdan alıntılarla geçiyor ömrü.
Biliyorum,
Bir harfin kolları daha sık dolandı çünkü bana.

12 Kasım 2018 Pazartesi

İkinci kattan bodruma bir hikaye

Ben bu merdivenleri tepesinden tanıyorum,
Çok oldu birlikte inişimiz.
Bir de rengini bilmediğin beyaz bir koltuk tanıyorum,
Durmadan sayıklıyor geceleri.
Anlatıyor üstündeki herkese ikimizi,
Oturduğumuzu, kalktığımızı.
Artık yok olmuş bir manastırda yaşayan
Antikaya dönmüş tarih yazıcıları hatırlıyor sadece,
İkimizin arasında, beyaz koltukta,
Sıkışmış duran hisleri.
Yanımda uyandığın tarih
Daha sen doğmadan fısıldanmıştı kulağıma.
Bilirsin bizim adımız ezanla okunmaz doğduğumuzda.
Bundan tanınmayız ve korunmayız melekler tarafından.
Geldim, geldim ve inemedim bodruma.
Her nefeste aşina bir toz doldu ciğerime.
Koynundan tüten anneliği duydum yeniden.
Hiçbir sabah karına uyanmamış beni
Bir buzul ıssızlığında bulduğundan beri, üşüyorum,
Aynı sıcaklığa uyanamama korkusundan.

Getir topladığın pelin otlarını,
Şaraba duracak üzümleri, bir Salı günü..
Göğün beşinci katında, bir kapı önünde öğrendiğim
Su yerine kanla yapılan iksirle besleyeyim seni.
En kırmızı sudan içelim birlikte.
Sonra bir kitabın, bir kedinin sırtında,
Bir koltuk tepesinde veya bir tren kompartımanında
Çıplak toprağın üzerinde, etimize saplı dikenlerle
Şehrin en yüksek tepesinde, fazlalık alyuvarlarımızla
Bir cam kapı önünde, sönmüş ateşin külüyle
Sürünerek girip, koşarak çıktığımız evlerde
Parmaklıklarla kapatılmış pencereler ardında
Seninle boyanacak her evde,
En kırmızı sudan içelim birlikte.

Ölmeden, öldürmeden indiğim
Cehennemin ikinci katının anaforunda,
Bir bilge tanıdım.
Dünya dışında, yer dışında her yerdeydim diyordu.
Ya gökte ya yerin dibinde.
Cehennemin buzul çağını gördüm diyordu.
Senin beni bulduğun zamanlara denkmiş o günler.
Beyaz bir bardak kalan kahve izleri gibi,
Ateşle kavrulan cevherlerin bıraktığı gibi,
Adam başı bir çığlık bırakıyorduk havaya.
Sesi bile yutan bu ateş girdabı içinde
Bir biz canlı kalıyorduk.
Çocukluğumun görünmez su perileri çekip aldı beni.
Aynı nehir kenarı kokusunda anladım kıymetini.
Çünkü kuruyordu en dolu olanlar bile,
Kurumamak için seni yatırdım kaynağıma ve
Emanet kalemlerle yazılmış bir hikayeyi
Senin okuman için temize çektim.

Şimdi lekelenmiş ahşap üzerinde,
Kırmızı, siyah ve beyaz çizgilerin doldurduğu bu yerde,
Alnımı kimsenin sırtına koymadığım günler yaşıyorum.
Özlemin beni sürüklediği köşe başı taşlarında oturup
Şehri ilk soluyuşuna dokunuyorum.
Trenler geçiyor gözümün önünden.
Sonsuz uzunlukta trenler,
Hiç bitmeyen veda sarılmalarını doğuruyordu.
Ağır ve sancılı bir doğu öyküsünde
Tanık oluyordu bu doğuma her dinleyen.
Ben doğuyordum yeniden, yüzünü her görüşümde.
Hiç ölmeden, öldürmeden iniyordum cehenneme.
Yanında sessiz kalmanın bedelini çığlıklarla ödüyordum.

11 Kasım 2018 Pazar

O günler görülmüş bir rüya

Elleri uzadı yüzüme doğru,
Süt kokulu teni geçti tenimin üzerinden.
Rahminden yaptığı kupa içerisinde sundu
Mezar üzerinde biten otlarla demlediği çayı.
Meleğin iksiridir bu dedi,
Düşmüşün, düşürülmüşün dünyayı tanıyışının armağanıdır.

O günlerde ben,
Terminalin en ıssız yerine devrilmiştim.
O hep gelmişti sigaramı yakmaya,
Ve ikimiz, öksüz bir banka ana baba olmuştuk.
O günlerde gelenekti,
Herkes devrilerek ilerlerdi,
Tanrıdan saklanabilmek için.
Sabah beş çingeneleri tanırdı bizi,
Dokunmazlardı hiç.
Sonra çalışanlar gelip geçerdi yola uzanan paçalarımızdan.
Özlediğimiz kokuları taşıyan şehirlerden otobüsler gelirdi.
Sonrası sadece gidişti, her gelen giderdi ve
Banklar hep öksüz kalırdı.

Günü geldi ve kralların ölüşünü kutladık.
Tanrının hep yaşayacağı biliniyordu ama kralları ölürdü.
Yıllardır görmediğimiz vaadedilene kavuşmak için uyandık.
Yollar aynıydı ama
Yeri değişmişti alnındaki İsrail Vadisi'nin.
Ya da nereyi öpeceğimizi unutmuştuk kapıları açmak için.
O hızlı kaçışın ayak izleri hala duruyordu,
Isınmıyordu elleri, dokunduğunda etim donuyordu.
Onu taşıyamıyordum o tanıdık vadiye,
Ölüşünü izliyordum.

Ve yıllar sonra aynı rüyayı tekrar yaşarken,
Bıyıklarımda denizin tuzuyla uğurladım kendimi.