12 Nisan 2019 Cuma

Ölü dil

Yıkılsın şehirler,
Kan dolu gözlerin asılsın panolara,
Bir isyanın fotoğrafı olarak.
Sana ölü bir dilden cümleler getiriyorum.
İçine çekilmiş bir salyangozu,
Bacakları kırılmış bir çekirgeyi,
Bir de Attila İlhan'dan iki romanı.
İçinde hissettiğin ölümlerle,
Yabancı bir şehirde yabancılaşırken
Kartaca'dan Endülüs'e uzanan tarihi düşün.
Mısır piramitlerini düşün.
Hep yerinde kalanları düşün.
Düşün ki, durmak yalnızca ölülere ve eşyalara mahsustur.
Toprak bile hareket eder,
Ve bil ki; bundan yıkılacak şehirler,
Kan dolmuş gözlerin, hareketsizken,
Asılacak sokaklara,
Karşılıklı balkonlardan gerilmiş iplerle.

Sana ölü bir dilden bahsediyorum.
Igni ferroque,
Bana bıraktığın yanık toprakların acısından
Uyuyamıyorum.
Zehirlediğin kuyulardan çekiyorum her sabah,
Bütün bir güne yetecek güvensizliği.
Yıkılacak şehirler,
Ölü bir dilden cümleler yazıldığında duvarlara.

11 Nisan 2019 Perşembe

Salyangoz

Bir salyangoz eziyorum kemiklerim parçalanıyor
Bu kadar anıyı hayatın neresine sığdırdım
Hesaplayamıyorum.
Her sabah bir salyangoz daha eziyorum.
Hesaplayamıyorum,
Günlerin nasıl iç içe geçtiğini,
Ayağım altında kabuğuyla bütünleşen bir salyangoz gibi.
Her şey bir salyangozu ezmemle başladı,
Zebercet rengi bulandı uykuma bir salyangoz düşü.
Mavi bir alev, sarı bir geceydi ve ben
Karıştırdım kabukla gövdeyi.
Kendime saygımı yitirdiğim günlerdi ve her şey
Böylece başladı.

Mahalle yanmış, sigaralarım kırılmış,
Etrafımda toplanmış çocuklar,
Onları avutacak hikayeler bilmiyorum.
Saçları buğday bir kız çocuğu ağlıyor en çok,
Saçları vatanı beslemeye yeter.
Güçsüzleşmiş, bitik düşmüş,
Bir salyangozu bile koruyamayacak kadar.
Böylece başladı salyangozun acısı.
Doğduğu yumurtanın kabuğunu yerken başladı.
Kendi sırtına saplanan kabuğu büyütürken,
Ve ömür boyu taşırken sırtında.
Ben,
Sırtında yük taşımaktan bihaber ben,
Üzerine basana kadar.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Şeytan Boşluğu


Enseme denk düşen boşlukta ısınan hava, ikimizin tamamen birleştiği tek yerdi. Çimlerin az nemli ve soğuk oluşunu belimde hissedebiliyordum. Onun koynunda böyle rahatlatıcı bir anı hayal ederdim hep, şimdi gerçekleşirken bütün çevremi daha iyi algılayabiliyordum. Hem sarhoş hem uyarılmış bir haldeydim. Güneşin gözüme batışını daha da rahatsız edici bularak elimi alnıma götürdüm.
Elimin dışını okşamaya başladı. Parmaklarımın arasından, bileklerime kadar. En sonunda bir yerde durdu. Başparmağın bileğe bağlandığı kısımdaki çukura parmağını bastırdı. Elimi aldı, dudaklarına götürdü ve geri bıraktı. Sonra onun dilinde “iyi ki” anlamına gelen bir iç çekme duydum.
“Az önce bulduğum çukura babaannem şeytan boşluğu derdi. Kötü bir şey yapacak üzere olduğumuz zaman şeytan buradan girer, kulağımıza kadar çıkarmış.”
Anlatmaya devam etmesini istediğimi belirtecek şekilde gözlerimi kırptım.
“Sonra bir gün, daha 9 yaşındayken, mutfak balkonundan bakmak istedim. Perdeyle kapalıydı her yer ama havayı görmen lazım, nasıl bahar. Çocuk sesleri geliyor dışarıdan. Bakmak istedim. Oyunlarını görmek istedim. Daha bir dakika bile dolmadan terliği sırtımda yedim.”
İşte yine o müthiş gülümsemesini yüzüne oturttu. Olmamasını istediği bir anıyı anlattığında bazen böyle gülerdi. Çocukluğunda neşeli hikâyeler olmadığını biliyordum. Hatta bir seferinde gerçekten mutlu bir hikâye istemiştim ondan. Çocukluğuyla ilgili hatırlayacağım mutlu bir hikâye bekliyordum. Okula gittiği birkaç haftalık o arada aklından kalan ne varsa anlattı. 10 dakika bile sürmedi.
“İşte o gün çekti beni karşısına. Bileğimi yakaladı. Tabii o zamanlar daha bu çukur çok belli olmuyordu. Bulmak için sıkıca bastırdı. O acıyı hala hatırlarım. Sanki o öyle bastırmasa benim hiç şeytan boşluğum olmayacaktı. Öyle bir acı.”
Sonra durdu, bir daha dokundu şeytan boşluğuma. Bir daha öptü.
“İşte sen de o boşluktan sızdın hayatıma. Babaannemin açtığı o boşluktan. Beni uyaracak kimse yoktu, iyi ki de yoktu.”
Böyle anlatınca kendimle gurur duyuyordum. Geçen sene ona okumayı daha iyi öğrettikten sonra, bir yılda benden daha fazla kitap okumuştu. Fikirlerini anlatmayı önceden de çok iyi becerirdi, artık onu tutamıyorum. Yazmaya bile başladı. Bazen onun önüne otururdum, saçlarımı ona bırakır sadece dinlerdim. Öyle karanlıktı ve öyle gergedandı ki o zamana kadar üzüldüğüm her şeyi unuttururdu onun anlattıkları. Öfkelenmezdi, anlardı her şeyi. Tanrı kadar affedicisin derdim böyle olunca, hatta tanrıdan da fazla olduğunu düşünürdüm ama ona diyemezdim. Konu tanrı olunca biraz hassastı.
“Son nesil bir simyacı gibisin sen. Beni işliyorsun, kendinle işliyorsun. Sen bir yerden ufak bir çatlak başlatınca gerisi çok hızlı çözülüyor. Kendimden kaybediyorum bazen, ama kaybettiklerimi yalnızca fazlalıklarmış gibi hissettiriyorsun.”
Kırıldığını daha yumuşak bir şekilde anlatamazdı. Gecenin kırılışı gibiydi cama benzemiyor, daha yumuşak bir yol izliyordu. Bir parmağı hala şeytan boşluğumdaydı. Sanki o da benim içime sızmaya çalışıyordu. Ensemdeki boşlukta ısınan havada yeterince içime siniyor, sızıyordu zaten. Yıllar önce okuduğum bir yazıdan bir cümle parlıyordu yalnızca içimde.
Gözlerine bakarken, “ah!” diyordum içimden, “tüm bunlar keşke benim başıma gelseydi de, şimdi sen bana trampetli, borazanlı, neşeli çocuk hikâyeleri anlatsaydın.”*

* Sultandorduncuvites – İkimizin Dünyası.

21 Mart 2019 Perşembe

Karanlıkta

İlk Buluşma

Karanlıkta geldi,
Karanlıktan daha karanlıktı.
Hiçbir ışıltı taşımıyordu.
Ne gözlerinde, ne saçlarında.
Beyaz ışığın altında nasıl görüneceğini merak ettim.
Elleri içindeki karanlıktan uzak ve yumuşaktı.
Karanlıkta iki karanlıktık.
Bir ilk buluşma, ilk tanışmaydı bu.
Yan yana oturulan dolunaylı geceden ayrı,
Bir ilk geceydi bu.
Kıvrımlarını hatırlamıyorum,
Ellerini hatırlamıyorum,
Saçlarını hatırlamıyorum.
Yalnızca dokunuşunu.
Bir de içindeki karanlığın gücünü,
İçimde uyandırdığı gücü
Hatırlıyorum.

Yeniden Tanışma

Yalnızca sözlerin izi kaldığını düşünürdü.
Çünkü hiç
Düşerken bir halata tutunmaya çalışmamıştı.
Avuçlarında yanmanın değil,
Muhtaç olmanın izi kalacağını bilmiyordu.
Yıllardır geçmeyen ize bakıp bir gün,
Pişman olmayacağı bir geçmiş dilendi.
İnandığı ne varsa yeniden inanmayı dilendi.
Yeniden tanışmamız buna denk geldi.
Karanlık dolusu bir poşetle geldi,
Evleri kirleterek geldi.
Geçtiği her yere bir parça kendisinden bırakıyordu.
Özgür geldi,
Bileklerinde bağlarla gitti.
Uzak bir hayattayken şimdi,
Hala taşıyor benden kalan izleri.
Sözsüz izleri.

İçeriden Gelen

Daha kendini tanımaya fırsat bulamadan,
İçinden dışına doğru parçalandı.
Daha dışına taşmadan,
İçiyle yetinmek zorunda kaldı.
Zorundalıklar da iz bırakır,
Bunu da anlamadı.
Daha kendini tanımadan,
İçinden yabancı olduğu ne varsa taştı,
Kendi içine.
Karanlıkta bir gök gürültüsüydü
Ona son vedam.
Gözlerini açtıran o ışığın üzerine geldim.

Kapanış Konuşması

Ilımış şekerli süt kokusunda
Kapanan bir kapı,
Açılan bir kadının göğsü.
Gamzesinde yanlış anladığım şarkılar,
Yanlışlıkla girdiğim kavgalar.
Bir kolunda tutunduğum hayatı hatırlatır bana.
Karanlıkta gelse
Kapı kendiliğinden açılır.
Karanlığıyla gelse,
Boğazımda hissettiğim elin sahibi olarak gelse,
Kapım kendiliğinden açılsa,
Her şey kendiliğinden olsa bir bahar sabahına doğru.
Alışamadığımız kainat dursa,
Bize göre olsa.
Bize göre ayarlansa planlar.
Bizden yana olsa zaman,
İleri ya da geri ama bizden yana.

Ne yazık ki hepsi,
Bir sinema perdesinin arkasında
Karanlıkta,
Saklı kalacak.

7 Şubat 2019 Perşembe

Eşikte

Nefesinde buz kristalleri,
Ciğerlerimde kan, katran ve sütün.
Hava soğuk,
Nefesinde buz,
Yalnız beni üşütmüyor varlığın.

Lanetlenmiş isimler arasındayız,
Mesela benim alnımda bir Kabil lekesi,
Senin salıncak taşıyamayacak kadar güçsüz dalların.
Üstelik hava soğuk ve
Nefesin buzdan bir desen işliyor soluma.
Üstelik durmaktayım,
Bir yerin üzerinde bile değil. 
Durmaktayım,
Bir masanın vakurluğu üzerine düşünmesi gibi.
Üstelik ayaklarından çakılmış bahçeye.
Kimsenin olmayan bir bahçeye.

Çözülmeyecek lanetimiz de
Derime işlediğin buzlar gibi.
Çözülmeyecek,
Bir santurun iki yanında durmadan ikimiz.

Tekliğime, tekilliğime konan kuşun ayaklarında
Kıtalar aşacaksın sen.
Bir bahar gelecek ve
İki kıta arasında kalacaksın.
O baharda daha bir sevgili yanacak kutlama ateşleri.
Ve ısınmak için değil,
Yalnızca tanıdığın için yanaşacaksın o ateşlere.
Çok iyi tanıdığını sandığın ateşlere.

İki kıta arasında,
Sağ ve sol omzun arasında,
Araf sisiyle hapsediliyoruz lanetlenmişliğimize.
Eşikteliğine bir yenisini daha ekliyorsun.
1789'dan beri bağırıyorsun oysa,
Liberte, Egalite, Fraternite.

1 Şubat 2019 Cuma

Yakup'a Çağrı

Ne kurbağalar var geldiğim yerde,
Ne de bilinmeyenler.
Her şey açıkça ortada,
Bakarken öldüğüm ortada.

Ör saçlarımı,
Bir Moğol savaşçısı yarat benden.
Dokuz atımla koşayım Anadolu'yu.
Dokuz atımla gideyim her çağırana.
Ör saçlarımı,
Miğferime sığmıyorlar böyle.
Ör saçlarımı,
Bu savaşı kaybedeceğim yoksa,
Kaybedeceğim önümü görmediğimden,
Kaybedeceğim tam da çağrılmışken.

Gözlüklerinden yansıyorum hala,
Gece oluyor ve pişman oluyorum yalnızlığımla.
Keşke diyorum, Yakup'u çağırsaydım.
Gece oluyor ve saçlarım örgüsüz,
Kafamda binlerce radyo aynı anda çalıyor.
Gece iniyor cehennemlik rüyalarıma,
Bir örtü gibi iniyor.
Zeytin ağacından başka örtüm yok.
Zeytin ağacı eğilip gizliyor penceremi,
Zeytin ağacı eğilip izliyor yatağımı geceleri.
Sigaramda tuz tadı kalmış denizden beri,
Yüzünde devlet binası sarısıyla sen
Bıyıklarıma sinmişsin.

Yalnızca çöle doğanların tanıdığı rüzgarı
Şehrime taşıyorsun her mevsim başında.
Gözlüğüm bir teleskoba dayanmış,
Şarabın, kahvenin ve tütünün kokusuyla
Yakalanıyorum sana.

Bir arınma ve ayılma girişimi varlığın
Uyanıyorum sen yaşadıkça.

29 Ocak 2019 Salı

Tren

Birbirine temas eden iki metalin çıkardığı feryada benzeyen o tanıdık sesi duyunca uykusundan uyandı. Bir istasyona yaklaşıyor olmalıydılar. Gençliğinde bütün istasyonları hatta bütün sert dönüşleri ezbere bilirdi. Ağaçlar bile tanıdıktı o zamanlar. Şimdi o kadar değişmiş ki her şey, bunca yıl sonra başkente trenle yaklaşırken daha yabancı bir coğrafya çıkıyordu karşısına. Yol aynıydı, raylar aynıydı. Farklı olan kendisiydi. Artık unutmaya başladığı her şey onu değiştirmişti. İnsan hatırladıklarıyla tanımlayabiliyordu kendini. Daha da önemlisi böyle tanıyordu kendini.

Karısı bir sonraki istasyonda uyandırmasını istemişti. O hala onun bütün istasyonları hatırladığını düşünüyordu. 30 yıl öncesinin adamıydı onun gözünde. Genç, hareketli ve tilki gözlü. Oysa gözleri bile artık öyle cin fikirlerle parlayamıyordu. Ayna üreticileri formüllerini değiştirmediyse, gözleri matlaşmıştı. Yaşamı buzlu bir camın arkasından izlediği anları hatırladı, migren krizlerinin habercisi o anları.

Metallerin feryadı en üst seviyeye ulaştığında karısını uyandırdı. Bu başkentten önceki son istasyondu ve bundan sonra sabaha kadar tren durmayacaktı. Trene bindiklerinde yaşadıkları tartışma yüzünden ikisinin de başı ağrıyordu, karısının sigara içmesi gerekiyordu böyle durumlarda ve bu istasyon o kadar uzun bir molanın verildiği tek istasyondu. Kadın uyandıktan sonra adamı yeniden uykuya yolcu etti. 


***


Aynı feryatla yeniden bölündü uykusu. Gözlerini açmadan iki metal arasındaki bu sürtünmeyi kendince yorumladı. Yalnızca hız azaltmaydı bu, istasyona biraz daha vardı. Gözlerini açmadı ama sağ tarafındaki soğukluğu hissetti. Bir eksiklik vardı. Karısı karşıya geçmiş de uyumuş olabilirdi. Tuvalette olabilirdi. Daha bir sürü ihtimal vardı ama bunca yıllık karısını tanıyordu. Bunların hiçbiri gerçekçi değildi. Yine de gözlerini açmadı.

Başkente varacaklarını belirten anonstan sonra açtı gözlerini. Karısını göremedi. Koltuğunu elledi, soğuktu. Karşı koltuğu elledi, o da soğuktu. Ayaklandı tuvaletleri kontrol etti yoktu. Karısının çantası da yoktu. Telaşlanmıştı. Koltuğuna doğru yürürken tren durdu. Dengesini kaybedip yere kapaklandı. Her şey daha da kötü bir hale geliyordu. Diğer insanların da desteğiyle doğruldu. Karısını görüp görmediklerini sordu. Önceki istasyondan beri görmediklerini söylediler. Herkesin aklına farklı bir fikir geliyordu. Belki de yanlışlıkla başka bir vagona bindi ve sonra yeniden bu tarafa gelemedi. Ya da binmeyi unuttu, önceki istasyonda sonraki treni bekledi. Kondüktörü çağırdılar. Önceki istasyonu aradı.

28 Ocak 2019 Pazartesi

Ters

26/01/2019
Karanlıkta beni kollamıyorsun artık
Sanki odamda camdan bir ölü yaşatıyorum
Cama yansıyan seni özlüyorum.
Yıllar önce kanının bulaştığı çarşafın üzerinde
Yeniden özgürleşmeye çalışırken
Beni tutuyorsun boynumda ellerinle.
Aynı değilim, aynı değil.
Kum dolmuş tırnaklarıma,
Daha çok ölüm geçmiş üzerimizden,
Bir tek bizim ölmediğimiz ölümler geçmiş.
Geleceğimizi gördüm, bir kalp krizi arifesinde
Geleceğini gördüm, ölümden bir gün önce.

Oysa aşikardı,
Bu yanan ellerin, söndürülmüş gözlerin
Hiçbir şeyi feda etmeyeceği.
Hastalıklı sevgimi tanımayacağı.
Yüzümü görüyorum duraklarda,
Artık yansıma olmaktan çıkmış,
Cama yerleşmiş yüzümü.
Bir reklam panosuna yansıyorum, ikimiz gibi.
İkimiz kadar gerçeğim.
Ülkenin yerinden oynadığı günlerdi,
Kimse tanımıyordu ikimizi.
Bir reklam panosunda gerçekleşirken,
Bütün şehri el ele yürürken,
Kimse tanımıyordu ikimizi.
Bir kumardı hepsi,
Azınlıklığım ya bitecekti
Ya da azacaktı.
Kaybettim.
Yüzümü bir reklam panosuna kaybettim.

25/01/2019
Güneş doğsa bile kaçmayacaktı ay,
Bir kış sabahında ağrılarımı unutacaktım yanında.
Şimdi yağmuru beklemek ne acı.
Düştüğümde kimsenin kaldırmayışı ne acı.
Yalnızca karanlığa gizlenen iki bedenin,
Pencereden yansıyan fosforlu izine sığınabilirim.
O izde seni görüyorum,
Kollarından akan terin parıltısını görüyorum,
Tersten bir şiir yazıp da
Sonuçlarından sana sığınıyorum.
Karanlıkta herkes beni bulabiliyor,
Bozuluyor bu körebe oyunu.
Karanlıkta, karnında yatarken
Seni dinlerken karnından,
Gecenin rengine yeni bir isim vermeyi deniyoruz.
İki saç telinin arasındaki uzay boşluğunun rengi neyse o, diyorum.
Dolanıklık ilkesine ve
Belirsizlik anlatan bütün teorilere rağmen
Seviyordum seni.
Başından kopup yastığımda kalan saç telin ile
Hala yerine gömülü olan saç telin arasında
Fiziksel bir haberleşme olduğunu biliyorum.

Biliyorum hissediyorsun,
Korkarak uyandığım her geceyi.
Karnına hücum ediyor sıcaklığım.
Ve hissedince sen,
Parmak uçlarında bir annenin merhametiyle sen,
Saçımdan kalanları topluyorsun.
Ve yüzünü görüyorum yine karanlıkta,
Camda kalmış fosfor izini değil,
Gerçek yüzünü.

24/01/2019
Nehrin konuştuğunu da duyarız
Gölün sustuğunu da.
Adıma imzalanmış kitapları istiyorsun.
Bu kendi darağacımı sulamaya benziyor.
Sokak lambalarının sönmeyi beklediği saatlerdi,
Biz elimizde ne kaldıysa onlarla,
Yani ince bir çarşaf, iki boş sigara paketiyle
Mahrem yerlerimizi saklıyorduk pencereden.
Kimse inkar edemez, gördüm.
Sokak lambası sönmeden hemen önceydi,
Oradaydık.
Karanlığa gizlenmek için saniyeleri sayan
İki kişilik kalabalıktık.
Bütün kemiklerin tanıdıktı bana,
Eklemlerinde bunca acıyı taşırken
Bir hindu rahibesini andırırdı dansın.
Işıldayan kollarında yılan pulları taşırdın o günlerde,
İki gözünün arasında tanrının ışığını taşıyan yılanın pullarını.
Ve sen dudaklarında duran bu ışığı,
Kilometrelerce öteden sigaramın ucuna kondurdun.
Her şeyi kaybettim, ışığı bile.
Görüyor musun?
Tek yaptığım daha fazla uyuşmak,
Senin tanrının adıyla uyuşmak.
Görüyor musun?
Hayyam’ın dahi bir şansı daha vardı, yıldızlar.
Benim ışıksızlığımı görmüyor musun?
Gece göğünde beni yalnız bırakma.

Akansu

Kıl kadar ince akan suyun altında
Hiçbir günah temizlenemez.
Yalnızca bir bardak dolması için bile
Sonsuzluktan bir gün fazlası gerek.
Bir bardak bile yetecek arınmaya,
Bir bardak temizleyecek bütün günahları.
Yeter ki biriksin içimizde ne kaldıysa.
Bir bardak bile olsa,
Sonunda olacaksa,
Ömrü feda etmeye değer.
Yağmurdan kaçacak kadar değersiz değil yaşam,
Yağmur temizlemeyecek alnımızdaki izi,
Cezalandırılacak olanları belli eden izi.
Günahkârlığımızı temizleyecek suyu
Birlikte yanmak için içiyorum.
Bir çizgi daha,
Susatırsa bir çizgi daha.
Daha da günahkâr olmak için
Bir çizgi daha.
Ve kıl kadar ince akan suyun altında,
Hiçbir günah temizlenmeyecek.

Yüzünü tanımayacaksın,
Korkma.
Işıltılı bir ekrandan yansıtacaklar adını,
Tanımayacaksın, korkma.
Bir çizgi daha ve
Hepsi tanıdıklaşacak.
Gözlerinde biriken onca anıdan sonra,
Geceleri korkanları anlayacaksın.
Karanlık herkese güven vermez.
Ve o ışıklı hayallerin izi
Aydınlatırken tavanını,
Alnındaki çizgilerden tanıyacağım seni.
Bir de her tarafımı boyayan kanından,
Kutsal, temiz ve kıpkırmızı kanından.

1 Ocak 2019 Salı

Saklı

Ceplerimde bütün insanlığın çöpleri birikti,
Bu dünyanın acısını damarlarımda hissediyorum,
Kırmızı ve nefretle karışık.
Bin yıldır süren bu saltanatın çöplerini
Kanla birlikte kusuyoruz her yılın sonunda.

İsli ve tanıdık tatlar siniyor dişlerime,
O keçenin altındaki her nefesi hatırlıyorum.
Doğduğum bu çadırın içinde yanan
Bin yıllık afyon mangalının sıcaklığını da.

Dünyanın silinmiş sonundayım,
Yaşanmamış zamanları geçmişle dolduruyorum.
Bin yıldır yanan bu afyon mangalını,
Elinin tersiyle söndürürken o kadın,
Meraklısına bıraktığım bütün notlar da küle döndü.
Öyle saf bir nefretle yanmıştı ki ateş,
Dokunsanız yeterdi, yaralarını tanımaya.
Öyle kırmızıydı ki,
Dumanından şair olurdunuz.

Şimdi,
Yeni beyitlerin en eskisi kaldı yalnızca.
Ciğerimizdeki dumanın ne varsa,
Onda saklı.