-Çok bunalıyorum, birkaç saat yanında uyuyabilir miyim?
İçinde şehvet kırıntısı bulunmayan bu cümleyi kurabilmek için çok düşünmem gerekti. Yanlış anlaşıldığım zamanlar yağmurun altında sığınacak hiçbir yer bulamayan kedi yavrularını çok iyi anlamaya başlıyorum. O yüzden çok uğraştım kendi içimde, sesimdeki şefkat ihtiyacını görüp göremeyeceğini düşünmem saatlerimi aldı. Bu ihtiyacı giderme şansım olan diğer zamanlarda bu kadar merhamet beklentisiyle soramazdım. Çünkü bir olgunun sınırına gelmeden o konuda samimi olmakta zorluk yaşıyordum. Dürüstlük artık bir alışkanlık olmaya başladıkça bu konuda iyice zorlanıyordum.
İsteğimi kabul etmişti ama beklediğim gibi mi olacaktı bilmiyordum. Zemin katta olan evinin salonunda, televizyonun karşısında oturdum. Televizyon sehpasının üzerinde üç koyu renkli bronz heykelcik duruyordu. Biri tam sehpanın ortasında diğer ikisi ona eşit uzaklıkta olacak şekilde iki yanında. Ortada bir griffin vardı. Kartal başlı, aslan gövdeli bu minik heykel beni kısa bir süreliğine hipnotize etmişti. Başımı sola yatırmış, gözlüklerimi işaret parmağımla gözüme yanaştırmıştım. Sol ön ayağını kaldırmış hem selamlayan hem de dur işareti yapan kinayeli bir figürdü. Göz çevresi ve gagasında yakından incelenebilecek detaylar sıktı. Beyaz ahşap üzerinde koyu rengiyle bu koltuğa oturanları ilk karşılayan bu figür oluyordu. Diğer iki figüre bakınca ortaya konulan figürün amacının sadece bir engel belirtmek olduğunu anladım. Tanıdığım iki figür, mitolojik bir öykü söz konusuydu. Andromeda ve Perseus. Solda Andromeda'nın geriye yaslanmış ve sağ elini yukarıya kaldırmış bir heykelciği vardı. İstemsizce elinin gösterdiği yere baktım. Etiyopya seyahati sırasında çektirdiği bir fotoğrafını asmıştı. Yalnız bırakılmış bir fotoğraf olmak diğer yalnız bırakılmaların aksine değerli bir statüydü. O anıyı başka anılarla kirletmeden saklamak anlamına geliyordu bu. Andromeda'nın gösterdiği yerde olmasının bir anlamı olmamalıydı, hikayede böyle bir kısım varsa da ben bilmiyordum. Bir sanatçının heykelinin minyatürü olmalı diye düşünerek Perseus'u incelemeye başladım. Klasik bir tasvirdi, sol elinde Medusa'nın başını tutan çıplak bir figür. Onun üzerine ise Serifos adasında çekilmiş bir fotoğrafını asmıştı. Bu fotoğraf da öteki gibi yalnız bırakılmanın esiriydi. Her obje metreyle ölçerek yerleştirilmiş gibi duruyordu, belki de sahiden öyleydi.
Geldiğinde beni kilitlenip kalmış olarak buldu. Mobilyalar dahil odadaki bütün objeler simetrikti. Ben bile bile oturduğum konumdan dolayı bu simetriyi bozmayan bir obje olmuştum. Önümde küçük bir sehpa vardı, sağımda ve solumda açık gri ikili koltuklar belirli bir açıyla uzanıyordu. Oturduğum tekli koltuk odanın hakimi konumundaydı. Bu koltukta insan kendini buraya ait hissediyordu. Bu düşüncelerimi paylaşacak olmamla vazgeçmem bir oldu. Elinde iki kupayla gelmişti. Önümdeki minik sehpaya kupaları aynı açıyla bıraktı. Eğilmesiyle tişörtünün önü sarktı, göz hizamda olmasının avantajıyla içini karnına kadar görebilmiştim. İçine siyah ve herhangi bir belirleyici çizgisi olmayan ya da benim bu açıdan göremediğim bir sütyen giyinmişti. Sağ memesinde bir sivilce izi vardı. Bu görüntüden bir hoşnutluk duysam da içimde pek bir akım yarattığını söyleyemezdim.
Bardakları bıraktıktan sonra soldaki koltuğun en yakın köşesine dayanarak oturdu. Odanın simetrisini bozuyorduk, onun yerini işgal ediyormuş gibi hissettim. Simetri konusunda takıntılı biri olmamama rağmen bundan rahatsızlık duydum ve sağdaki koltuğun yakın köşesine geçtim. Aslında odaya girdiğinden beri ufak tefek cümleler kuruyordu ama bu büyülenmenin etkisiyle hiçbirine cevap verememiştim. Ben yerime geçtikten sonra hoş geldin dedi.
-Hoş buldum. Hatta çok hoş buldum, salonunu. Simetriyi bozmamak için bu tarafa geçme gereği hissettim. Fark etmişsindir. Böyle daha rahatlatıcı.
-Aynen aynen, fark ettim. Teşekkür ederim ama oturmaya devam edebilirdin. Hah! Ne diyordum, bu kadar yakın oturuyoruz ama uzun zamandır görüşemedik seninle. Anlat bakalım, ne bunaltıyor seni? Bunalıyorum dediğin için yaptım bu çayı ya sana, rahatlatır.
-Aynen aynen, fark ettim. Teşekkür ederim ama oturmaya devam edebilirdin. Hah! Ne diyordum, bu kadar yakın oturuyoruz ama uzun zamandır görüşemedik seninle. Anlat bakalım, ne bunaltıyor seni? Bunalıyorum dediğin için yaptım bu çayı ya sana, rahatlatır.
Odaya girdiğinde papatya çayı demlediğini söylemişti, lavantayla da karıştırmış. Neden bunaldığımı nasıl anlatacağımı bilmiyordum, kaynağını bilmiyordum. Ne desem yalan olacaktı. Geçen gecelerde keşfettiğim bir kaynağı söylemek en doğru olanı olacaktı.
-İnsan olmaktan.
Çok hızlı bir cevap oldu, sonrasında biraz durup bekledim. Yüzünde pek bir mimik oluştuğu söylenemezdi ama bakışlarında anlayan bir hal vardı. Ya da ben öyle görmek istiyordum.
-Hareket etmeye başlamak, harekete alışmak, hareketin sonlanması ve sonra aynı şeyin tekrarlanışı içerisinde kaldım bir süredir. Bu süreçler içerisinde kararları verip kendi yönümü belirleyebiliyorum fakat sürecin değişimi benim elimde olmayınca...
Ellerimi iki yana açarak cümlemi tamamlamıştım. Sonra devam ettim.
-Bir rutinin huzurunu arıyorken işim yüzünden sürekli uyum sağlamaya zorlanıyordum. Kendimi sıfırlayıp yeniden kurmaktan sıkılmıştım. Uyandığım saat ve uyku süremin eskiden bir standardı olurdu, yani seninle son görüşmemizde vardı en azından. Artık aynı döngünün içinde hapsedilmeyi kaldıramıyorum. Bu yalnız bırakılmak gibi bir şey.
Anladım demişti ve bunu bakışlarıyla, vücut diliyle belli etmişti. Beni anladığını anladım demese de görüyordum. Tavsiye isteğiyle anlatmıyordum. Sadece biraz merhamet bekliyordum, biraz da birinin beni uyutmasını.
-Yorulmuşsun baya. Gözlerinden ve yüzünden de belli.
Benim kendime yasakladığım bir kelimeydi yorulmak. Bunu söyledikten sonra uzanıp kupasını aldı ve çayını yudumlamaya başladı. Ben de onu takip ettim. Çayın kokusu ve tadını sevmiştim. İlk yudumda beklediğim her şeyi vermişti bana. Gözlüklerim biraz buğulanmıştı ama sonra hızlıca eskiye döndü.
-O kelimeyi kullanmayı kendime yasakladım. Yoksa hayatın geri kalanından kaçmak için bahanem oluyor. Bu da kendimi döngüye hapsetmek demek.
-Aslında bu döngüyü kabullensen rahatlayacaksın. Döngünün içinde olmak seni rahatsız etmemeye, güven vermeye başlayacak. Seni çok iyi anlıyorum çünkü dışarının asimetrikliği karşısında ben de böyleyim, yoruluyorum. Burada anlam buluyorum bir şekilde. Sen de seni zorlayan döngünün dışında anlam bulduğun kısımlar tasarlamışsın hayatın için. Eğer döngüyü kabullenirsen, rahatlayacaksın fakat bu senin kendi başına anlam ifade etmeni yok etmiş olacak.
-Haklısın, döngünün dışındayken anlamım kalmamış olacak. Sadece o döngüde yaptıklarımla anabilecek olacağım kendimi.
-Aslında bu döngüyü kabullensen rahatlayacaksın. Döngünün içinde olmak seni rahatsız etmemeye, güven vermeye başlayacak. Seni çok iyi anlıyorum çünkü dışarının asimetrikliği karşısında ben de böyleyim, yoruluyorum. Burada anlam buluyorum bir şekilde. Sen de seni zorlayan döngünün dışında anlam bulduğun kısımlar tasarlamışsın hayatın için. Eğer döngüyü kabullenirsen, rahatlayacaksın fakat bu senin kendi başına anlam ifade etmeni yok etmiş olacak.
-Haklısın, döngünün dışındayken anlamım kalmamış olacak. Sadece o döngüde yaptıklarımla anabilecek olacağım kendimi.
Kendimi çıplak hissediyordum. Anlaşılmak istiyordum ama bu kadar anlaşılmak fazla gelmişti bir anda. O hep böyleydi, bunu onu ararken göze almıştım. Çünkü ikimiz, aynı bilmeceleri kullanıyorduk kendimizi savunurken. Bunu tekrar hatırlayınca ortadaki figür anlam kazanmaya başladı. O benim içimdeki griffinin sorduğu bilmeceyi doğru bilmişti. Ben ise tekli koltuktan ikiliye geçerken onun bilmecesini aşmıştım.
Alkollü bir içki barındırıyormuş gibi kupalarımızı birbirine tokuşturduk. Bir süre kendimize ayrılan heykelleri inceleyerek çaylarımızı bitirdik. Perseus'un yüzündeki muzaffer ifadeyi seçebilmeye başlamıştım. Arada bir göz ucuyla onu izliyordum. Dizlerini birleştirmiş, dirseklerini dizlerine dayamış duvarda asılı fotoğrafına bakıyordu. O fotoğrafın geçmişten kurtardığı tek bir anı tekrar hatırlıyor olduğunu düşünüyordum. Döngü içerisinden böyle anlar çalamadığım için onu kıskanıyordum. Dünyadan korkmasına rağmen yaşamayı iyi biliyordu.
Çayım bitince bardağımı kulpu televizyona paralel olacak şekilde bıraktım. O da simetrik olacak şekilde yerleştirdi bardağını. O sırada daha önce görmediğim bir detayla karşılaştım. Krem rengi halının tam ortasında olan minik bir desen. X harfini andıran kahverengi bir martı figürü. Odanın merkezi orası olmalıydı. Benim baktığımı görünce da benimle aynı anda o desene baktı.
-Orası aynı zamanda odanın ağırlık merkezi. Yani ben tekli koltukta oturunca öyle. Bütün eşyaların ağırlığına göre hesapladım.
O anın bilmecesini çözmüştüm. Salondan çıkmam gerekliydi. Hole ve odasına açılan iki kapı vardı. Ayağa kalktım ve odasının kapısına gittim. Sonra dönüp bakınca bardakların ağırlığı bozduğunu fark ettim. Geri döndüm ve bardakları alıp mutfağa bıraktım. Döndüğümde tekli koltukta oturuyordu. Şimdi o da salonda sadece bir objeydi. Gülümsedim ve odasına geçtim. Burada simetri hakim değildi ama bu da başka bir soruyu yaratıyordu. Cevap bulamadım. Arkamdan geldi, elini sağ omzuma koyarak yanıma geçti.
-Neden simetrik olmadığını anlamadım.
Sakin ve gıdıklayıcı bir kahkaha attı.
-Yanlış yerden bakıyorsun da ondan. Bak şimdi.
Yatağı duvara dayalıydı. Üst üste iki yastık vardı. Yastıkları yan yana getirdi ve yatağın ucuna oturdu.
-Gel, uzan.
Söyleneni bir hazineyi keşfetme hevesiyle yaptım. Andromeda heykelinin pozisyonuna benzer bir şekilde geriye uzandı ve sağ eliyle yukarıyı gösterdi. Gözlerim saçlarından ve vücudundan tavana kaydı. Tavanda da vücudu X harfini andıran bir martı figürü vardı. İple asılıydı ve kırmızı renkliydi. O an bilmeceyi çözdüm. Burası, bütün evin merkeziydi. Dirseklerini karnıma yaslayarak yüzüme baktı. Perseus'un muzaffer ifadesiyle gülümsedim.
-Bazı şeyleri çözmek için aceleci davranmamalısın.
-Medusa'nın başını uzatacağımı çözüp ne zaman uzatacağımı çözemedim sadece. Sana sarılarak uyumayı hak etmiş olmalıyım bundan dolayı.
-Çokça.
-Medusa'nın başını uzatacağımı çözüp ne zaman uzatacağımı çözemedim sadece. Sana sarılarak uyumayı hak etmiş olmalıyım bundan dolayı.
-Çokça.
Yanımdaki yastığa uzandı, sağa döndü. Sağ elini boynumdan enseme doğru götürdü. Ona uyum sağlayacak şekilde soluma yattım. Beni ensemden boynuna yaklaştırdı. Huzurun, konsantre kokusunu burnumda duydum. Altta kalan sol elimi onun çenesine götürdüm, sağ elimi belinin üzerinden sırtına uzattım. O sol eliyle şakağımdaki saçları arkaya götürdü ve bunu saçlarımın kalanına yapmaya devam etti. Parmaklarını derimde hissettikçe aramızdaki hava yoğun bir enerjiyle doluyordu. Merhamet. Nefesinden ve kalp atışından başka bir şey önemli değildi o an. Sonra ilahi bir sarmalamayı andıran sesiyle emretti.
-Uyu canım benim.
Uyudum.
--------------------------------------
Hikayeye göre Andromeda, Etiyopya kralı Cepheus ve kraliçesi Cassiopeia'nın kızıdır. Cassiopeia, Andromeda'nın denizin su perileri olan Nereid'lerden güzel olduğunu söylemiştir. Bunu işiten Poseidon, Etiyopya'yı yok etmek üzere Cetus adında bir deniz canavarı göndermiştir. Kahinler, eğer Andromeda Cetus'a kurban verilirse ülkenin kurtulacağını söyler. Bunun üzerine Andromeda'yı bir kayaya zincirlerler ve canavarı beklerler. Bu sırada pegasusu ile Medusa'yı öldürmekten dönen Zeus'un oğlu, yarı tanrı Perseus bağlı olan Andromeda'yı görür. Canavarı öldürüp Andromeda'yı serbest bırakır. Andromeda'yla evlenmek ister. Düğün, Andromeda'nın eski nişanlısı Phineus tarafından saldırıya uğrar. Perseus, Medusa'nın başı sayesinde saldıranları taşa çevirir. Evlenirler ve birlikte, Serifos Adası'na giderler. Ölene kadar birlikte yaşarlar ve yedi erkek, iki kız çocukları olur. Andromeda öldükten sonra ise Tanrıça Athena tarafından Andromeda takımyıldızı olarak Perseus'a yakın bir konumda göğe yükseltilir.
Hikayeye göre Andromeda, Etiyopya kralı Cepheus ve kraliçesi Cassiopeia'nın kızıdır. Cassiopeia, Andromeda'nın denizin su perileri olan Nereid'lerden güzel olduğunu söylemiştir. Bunu işiten Poseidon, Etiyopya'yı yok etmek üzere Cetus adında bir deniz canavarı göndermiştir. Kahinler, eğer Andromeda Cetus'a kurban verilirse ülkenin kurtulacağını söyler. Bunun üzerine Andromeda'yı bir kayaya zincirlerler ve canavarı beklerler. Bu sırada pegasusu ile Medusa'yı öldürmekten dönen Zeus'un oğlu, yarı tanrı Perseus bağlı olan Andromeda'yı görür. Canavarı öldürüp Andromeda'yı serbest bırakır. Andromeda'yla evlenmek ister. Düğün, Andromeda'nın eski nişanlısı Phineus tarafından saldırıya uğrar. Perseus, Medusa'nın başı sayesinde saldıranları taşa çevirir. Evlenirler ve birlikte, Serifos Adası'na giderler. Ölene kadar birlikte yaşarlar ve yedi erkek, iki kız çocukları olur. Andromeda öldükten sonra ise Tanrıça Athena tarafından Andromeda takımyıldızı olarak Perseus'a yakın bir konumda göğe yükseltilir.