21 Mart 2018 Çarşamba

İçinden gelen sesler

Savaşmalısın,
Gözüne bıçaklar saplanıyor olabilir,
Ölmezsin bu kadardan korkma.
Uzaklaşan figürlere aldırma,
Onlar yolun gerisinde kaldı.
Sırtında yük olacaklardı.
İlerlemene, arkanda kalanlar engel olmasın.
Önünü kapatmaya çalışanlarla savaşmalısın.
Bak, en uzak dağlar bile görünmekte.

Yorgunsun, gideceğin yola bile,
Kızgınsın, bu haksızlıklara karşı,
Kırgınsın, hiçbir isteğin yok,
Bıkkınsın, doğrulmak bütün neşeni almış,
Sokaklardan çekilen bahar,
Sana daha uğramamış.
Oysa bastığın yerler,
Mutlu insan tarlası olmuş.
Yılların mutsuzluğunu sen sırtlanmışsın.

Öfke, geceleri konuşur.
Dinleme! Dinleme! Dinleme!
İntikam için dilekçe veren yaratıkları sev,
Onlar ayaklanmadan istediklerini ver.

Kimseden yardım istemeyeceksin,
O biliyor ve geceleri sana bunu söylüyor.
Dinleme!

Kendi içine karşı, savunmasızsın.
Dinleme!

Bir acıyı kaybetmek bile kızdırır seni,
İstediğini alamamaktan hep korkarsın.
Dinleme!

Asırlardır duran bir duvarsın, güçlü ama yalnız.
(uyurken bile)
Üstlerine en ağır duyguları örttüğün o mezarda,
Dirilmeyi bekleyen canavarlar konuşuyor geceleri.
Onları dinlemek, tanıdık bir yatağa uzanıp
Uyumak için sabırsızlanmaya benziyor.
Geceleri, hep kulağındalar.

Hala onu düşünüyorsun.
Tanrı başkalarına huzur veriyor.
Hala onu özlüyorsun.
Canavarları bu his tutuyor.
Kusman lazım.
Aşk, hissedemediğin her şeydir.
Dünya yaratıcısını bekliyor,
Kus artık!
Kendine söyleyemediğin her şeyi,
Biz sana söylüyoruz.
Susun!

Uzak dağlara doğru yürümeye devam etmelisin,
Onlardan önce, kendinle savaşmalısın.
Bu mutsuzluk yüküyle kime dokunsan
Nefret edeceksin.
Bırak uyansınlar,
Bütün ağır duygulardan silkinip.
Daha fazlasını yapmanı sağlasınlar.
Direnmek için fazlasıyla yorgunsun,
Dinle onları.

10 Mart 2018 Cumartesi

Bir kadın için aynı gün yazılmış üç şiirden ikisi

I

Tek başına yürüdüğün yollara adım atıyorum,
Seni anmak için yalnızım.
Aklımda bir gün dolanıyor;
Tek başına bir bahçedesin,
Cümlelerini işleyen bir sen bu.
Dikiş nakışı hiç bilmeyen ama
Gözlerimdeki oyaların sahibi olan bir sen.
Ne yazık ki,
Aklımda kalan seni,
Huzursuz bir aşkın cümlelerinde bile bulamayacağız.
Donup kaldığımız anlarda kaybettik ışıltımızı.
Bakır gibi, yeşile döndük.
Şimdi öyle sakin ve paslı yaşıyoruz.
Senin aranıyor ilanında eşgalim eski, çünkü
Elimi tutmadığın milyonlarca yılın sonunda,
Artık sadece kedilere öyle parlak bakabiliyorum.

Devlet ödenek çıkarıyor o eski bizi bulmak için.
Prestijli arkeologlar fırçalarıyla gelip
Zarif yerlerimizi temizliyorlar,
Yılların ve başkalarının tozundan.
Benim keşfettiğim bileşimi, yeniden keşfedecekler şimdi.
Ama bulamazlar bizi işlediğim tezgahı.
Şimdi yeni kalıplar yapmayı öğrendim,
Gel,
Yeniden ergiyip dökülelim kumların boşluklarına.
Korkma hala aynı elementtensin,
Zamanla kaybolan sadece göz yaşın.
Tane tane biliyorsun bütün sınırlarımı,
Beni dağlama göz yaşınla.

II

hep aynı yüzü aramanın lanetli bir tadı var.
Bardağın soğuk,
Sıcaklığımı kabul etsen
Damarlarından başlayacaksın çatlamaya.
Aralık ayının sıcak akşamlarına benzemiyorum.
Babanı dinlemeyip avcunu bastırdığın soba da
Sıcak durmuyordu uzaktan.
Yine söz dinlemeyene çıkıyor adın,
Ne kadar sıcak olduğumu bilmeden,
Deviriyorsun beni soğumuş bardağına.
Oysa dört yılın buzu sendeyken, ateşi bendeydi.

Soğutmaya çalıştığım içim,
Biten dakikanın külü kadar sıcak şimdi.
Tuvalin önünde sen,
Soluk, soğuk,
Fırçanın değdiği kumaş ben,
Kendi renklerinle ısıttığın.
Sesinin hayali bile yetti beni sıcak tutmaya,
Bunca yıl
Kısık ateşte demlenen bir kahve gibi, köpürdüm artık.
Yeniden kırılmamak için bekleyelim,
Sen ısıt bardağını, ben soğuyayım kış ayları boyunca.

Piştiği ateşle parçalanmış seramik bir kupaydın,
Ateş bilmiyordu ne yaptığını.
Sönmeden göremedi.
Zincirini zorlama,
Ben hiç çağırmayacağım seni ama
Gelirsen eğer buradayım,
Bir lavanta çaresizliğiyle.

Kimsenin dalından koparmadığı lavanta,
Kimsenin çağırmadığı Yakup,
Kuyuda bırakılan Yusuf,
Hiçbir boyna dolanmamış atkıyız ikimiz.
Hisleri tanıyamıyoruz, cesareti bilmiyoruz.
Yine de geldim buraya,
Dalımdan kopmak, çağrılmak, kuyudan çıkmak istedim.
Boynunda atkı olmak istedim,
Seni çatlatmadan, kırmadan ısıtmak.
Beklersem göreceğim kesin,
Yıllardır aynı gülüşe sahip kadını.
Ama ne beklemenin zamanı geldi,
Ne de görmenin.

III

Üçüncü şiir birkaç gün sonra kaybolacağı bir yere emanet edildi. Kayboldu.

04.12.2017

Memuriyet

Milyonlarca yıl,
Bir A harfi olarak
Sürdürdün memuriyetini dünyada.
Her alfabe seni anarak başlardı.
Bütünlüklerimiz senin istifanla sarsıldı,
"A" harfi eksikliğiyle doğdu yeni nesiller.

Senden sonra bir tapınak inşa ettiler üzerime,
Her gelen duvara bir A harfi yazdı.
Diz çöküp sana tapındılar.
A sesini çıkarmanın yasaklandığı topraklarda,
Bir isyanı sen başlattın.
Her şey bitince söndürüldü mumlar,
Geriye bir kedinin kuyruğu kaldı.

Karnavallar düzenlendi toprağımda, rengarenk,
İnsanlar gelip karanfil ve lavanta attılar üzerime.
Üç kapılı bir dolap oldum bazen,
Her kapısı birine adanan.
Yeni bir isyana barikat olmak için
Parçalanana kadar, aynı metrekarede yaşattım seni.

Sen mandalina soymadan kış gelmezdi.
Beni yaktıkları sobanın üstüne kabukları koyduğunda
Kavuşmuş olacağız.
Ellerinin mandalina kokusunu öpeceğim,
Kapının altından sızan turuncu ışığa dönüşmeden önce.

07.12.2017 / Kadıköy

9 Mart 2018 Cuma

Dün gecenin bulutlu göğüne

Gecenin lacivertine durmuş bulutlar,
Beyaz, bembeyaz.
Bir sonsuzluk var sokak lambalarında bu gece.
Tanınmaz bir şarkıyı dokuyor kemanın teli,
O acıklı, pullu caddelere.
Avuç dolusu yaşıyoruz,
Manada dolu, maddede hafif.

Hiçbir zaman bir kuşa dönüşmüyor yüreklerimiz,
Kanadında sevda taşıyan.
Hiç konmuyor sarp bir kayalığa.
Hatırlıyoruz ateşi özleten külleri,
Bir köstebek deliyor gözlerimizi,
Kendi körlüğünü armağan eder gibi.
Hatırlıyoruz, görüyorduk sıradan gözler
Nasıl görüyorsa,
Şehrin kadın yüzü milyonlarca insanı lekelemeden önce.

Beyaz çarşaflarla örtülmüş mobilyalara benzeyen
Bir bahar gecesi,
Yağmur, cansız bir bahçeye düşüyor.
Ve gece haberleri, sadece ölülerden bahsediyor.
Yağmur, biten her şeyin üzerine düşüyor.
Biten her şey, burada kalıyor,
Dünya, cehenneme denk artık.

Tanrı fısıldamıyor artık kimsenin kulağına,
Canavarlar sarıyor etrafımızı.
Yalnızlaşmak, cehennemin gerçek anlamıdır.
Oysa günahlar, yalnız işlenmez,
Hep bir suç ortağı vardır.
Tanrı fısıldamazsa eğer
Bütün cezalar yalnızlığa dönüşecek.
Bütün bedeller iki kişilik ödenecek
Bir yalnız tarafından.

2 Mart 2018 Cuma

Atlas

Atlas!
Kurtar bizi,
Baş dönmelerinden, yıldız sevicilerden,
Derin denizlerden, korsan kanyonlarından,
Bir zirvede sevişen dağ ve buluttan.
Ters çevir dünyayı dökülsün protez parmaklılar,
Bir yabancının elleriyle yaşamanın günahı
Yeniden yazılsın.

Uzay zaman çarşafında,
Dünya sevdiğinin başı gibiydi kucağında.
Sen yaşlandıkça ağırlaştı bu dünya,
Atlas!
Dünya kanla ağırlaştı,
Biz doğdukça.
Sığamıyoruz buraya.
Bu basit geometriden kaçtıkça
Bizi de orantılı olmaya zorluyorlar.
Ama ne dünya kalıp, ne biz çelik.

Bin Pencere

Dün gece sıcaklığını kolumda hissettim,
Saçların beni korumadan çok üşüyorum, anladım.
Dün gece başını arkaya yaslandığında bir his uyandırdı seni,
Biriyle uyumaya alışık olmamanın hissi.
Hepsi düş müydü?
Sen de hissettin mi yüzlerce kilometre uzaktan?

Bin pencere bana bakıyor,
Seni koruduğum bin pencereye karşı savunmasızım.
Hayatımdaki bütün neşe çekiliyor.
Dün gece elma ağaçları çiçeklerini döktü soğuktan,
Başka bir anlamı yoktu.
Sen olsan,
Ben bir dalına dokunup konuşabilirdim onunla.
Artık ağaçlar bile,
Hani yalnız bırakılanları anlayan ağaçlar bile,
Beni dinlemek istemiyor.
Oysa eskiden,
Ben dokunurken bir ağacın meyvesine
Bin pencereye dönüp sırtını,
Bütün bir yılın yorgunluğunu omzumda atmıştın.

Dağlardan çağrılıyorum yine,
Göğsünün üşüyen yerleridir dağlar.
Katı, soğuk bir kalp yatar içlerinde,
Metalik bir sesle başlar tanrının ihaneti.
Kalem, anıları harflere indirgeyen bir tünel olur.
Bir dağ, karnından yüzüne merdivendi eskiden.
Hepsi, hep, eskiden.

Sen değil miydin o köşe başında,
Hani sigaramı ayağıyla söndürüp
Yandı mı diye ayakkabısının altına bakan heyecanlı kız?
Hatırlaman lazım.

-Bu gecenin sonunda güneş doğar mı?
-Doğur, n'olur.

Sensiz geçen her gecenin sonunda güneş doğdu.
Dün gece sıcaklığın içime yeniden sindi,
Bir tanrı çıkıp güneşi öldürsün istedim.
Doğmasın, n'olur.

Yıllardır beklediğim duraktan
Yolcu almadan geçen bir otobüse bakar gibi,
Bakarken arkandan,
Dünyanın bütün terk edilmişliğini kendimde hissediyorum.

1 Mart 2018 Perşembe

Ayaküstü Şiirler I

Bir çakmak taşından başlayan orman yangını bu,
Bir iki sözle yıkılan bana benziyor,
Masum, suçsuz, arada geçen yolculara gölgelik yapan,
İki sincap, bir kovan arıya yuva olan
Ve bir çakmak taşından başlayan yangında yanan meşe ağacı.

Ben de öyle gölgelik olurdum oysa sana,
Cehennem ateşinden bile olsa güneş
Korurdum saçlarını.
Öyle yuvada değil ama
Yüreğimde yatan iki yavrumuz bile vardı.
İki denizdi onlar.
Ve öyle dolu, öyle üretkendi ki kafamın içi
Bir arı kovanından farksız.
Ben de öyle bir meşe ağacıydım,
Diğer ağaçların içinde.
Gövdesi kalın diğerlerine göre.
Bir de bir başka heyecanlanan vapur düdüklerine.

Ne acı,
Ben cehennem ateşine bile razıyken seninle,
Dolu dolu sarılmış bir sigara kadar yanmak yetti sana.
Aynı kaldırımda durup seni beklemeye başlasam yine,
Yeniden bir sigara sarsam,
Bir o kadar daha yansak keşke.

Bir ben sarılıyorum artık şiirlerime,
Senin el yazın okunmaz olmuş,
Sanki yeni bir alfabe.
Bir balkondaydık, seviyordum,
Kahvaltıda patates kızartması bile vardı.
Hani en sevdiğimiz kahvaltılarımızdı bizim böyleleri,
Hani o kocaman köşkün balkonunda bile bulmuştuk.
Yeni bir şehri daha siliyorduk haritadan işte
Ben senin o şehirdeki adındım mesela.
Devrimler olmaz, terminaller yıkılmaz
Ve sen adını o şehirde bırakıp eve dönerdin.
Sen bir bulut olurdun mesela otobüsün camında,
Ben eve kadar o bulutu arardım.
Şimdi yine bulut ol dök kendini
Bu ormanın yangınına.
İçim uçup gitmeden,
Yeniden sarıl bana.