Seninle kurulu bir saat gibi hep aynı trenin hep aynı vagonuna binmek istiyordum. Hastanelerden ve okullardan çıkıp sana gelmeyi, seni beklemeyi istiyordum. Tıpkı durmakta olan bir aracın az aralık penceresinden içeriye serin bir esinti girsin diye harekete geçmesini bekler gibi. Bu hisler içinde bir fabrikanın sıcaklık koruyan çatısının altında, çalışan makinaların gürültüsüyle ritim tutan bir sen düşlüyorum.
Hiç susmuyor makinalar, burada bulunmayışının hayalinin masaya vurarak çıkardığı sesler, başımın içindeki fili sakinleştirebilirdi. Bu düşüncenin ferahlığıyla telefonuna aramalar yapıyorum. Sesin, bana ilk kez bahar güneşinin tadına bakıyor hissi vermekten geri kalmıyor. Umduğumu buluyorum. Kimi zaman sert ama tadı güzel, terletmeden hayata bağlıyorsun.
Bu filin akrobatik hareketleri beni bir kuş peşine düşürür. Ajandalar dolusu onu ararım. Bugün de dünya kuş kovalama günü değilmiş. Duyunca sandalyemle birlikte sürünerek 25 iş gününü avlamaya çıktım. Yeni bir şey üretebilmek için bu toz ve yağ içindeki gürültülü metalleri dinliyorum. Sessiz ve ışıksız bir yer mi bu kuş benim için?
Metin Altıok'un mektuplarını okuduğum zamanı düşünüyorum. Onun Bingöl'deki yalnız kışlarını, gürültüler arasında ben yaşıyorum şimdi. Onun gibi kızıma değil de sana yazmaktayım bu arayış pazartesinde. Çünkü hala gülüşünden yara bantları düşen tek kadın sensin hayatımda.