21 Ekim 2017 Cumartesi

Umut

Yan yana oturulan otobüs koltukları
Senin neşene uyumayacak kadar yaşlı.
Kimsenin çağırmadığı Yakup bile neşeli seninle,
Bakmaya gittiği kurbağalar da.
Hiç bitmeyen yoğunluklardan geçiyoruz,
Işık gibi. Uzaydan, atmosferden, havadan, sudan.
Camlardan geçerken camlar neşeleniyor.

Belki sen beni öpersin diye içmediğim sigaralar,
Bu umudun etkisiyle
Mutluluktan tutuşuyorlar, kanım gibi.
Kanımdaki demir beyazdan kırmızıya doğru soğurken,
Archimedes'e teşekkür ediyorum. 
Çünkü bu su ikimizi birden kaldırabilir.
Umudun suyu deniz kadar tuzlu seninle.

Umut etmek yaşlıdır, bilirsin,
İlk tohumu ekip bekleyen insandan bile.
Bütün hücrelerimde geyiklerin yolunu izleyen
Mağara adamının genleri var.
Umut etmek ırsi mirasım.
Gelecek kış da geyikler oradan geçecekler,
Gelecek kış da umut kazanacak,
Kar üzerinde güzel izler bırakarak.
Beyaz tenine batan tırnaklar kadar güzel.

Ben senin karnından sıcak bir öpücük,
Yeni oluşan bir insan ve binlerce kelebek
Umuyorum.
Hadi dokun en sevdiğin kitabın sırtına,
Havalanan güvercinlerin arkasından koşturan kız çocuğu olarak.
Ben senden,
O kız çocuğunun hevesini
Umuyorum.

14 Ekim 2017 Cumartesi

İnsan ve Gemi

İnsan

Hayatın kaptan kamarasındayım.
Şimdi,
Ya bu özenle kurduğum odadan
Ya da define adalarından vazgeçmem lazım.
Bir kadının sıcaklığına benziyor karalar.
Denizler soğuk, dalgalı.
Ne liman bulma garantisi var ne de yiyecek.
İnsan, karadaki en yetkin avcı,
Denizde sadece bir yem.

Gemi

Ne taşıdığım yük ad verir bana
Ne de güvertemin boyu.
Kaptanımın adıylayım sadece.
İlk kim attı beni su üzerine
Tanımam.
Tahtaydı üstüm başım,
Çivilerdi beni tutan.
Sonra demir seslendi insana
"Ben de yüzebilirim."
Eskidim.

İnsan

Eskiden boyardım tahtaları
Hayat sandığım bu gemide.
Şimdi boyadan başka tanıdık bir şey yok.
Camdan dışarı bile bakamıyorum.
Hayat sandığım, hareketli hapishane.
Sonbaharda bile yaprak dökmüyor
Geminin ağaçları.
Deniz anlamıyor benim ululuğumu çünkü
Ben tanrının yüzüyüm gemiye,
Gemi benim yüzüm denize.

Gemi

Ceviz ağacıyla bile konuşamıyorum artık.
Ne tanrı anlayabiliyor derdimi ne de toprak.
Tuzlu su yıpratıyor denizde,
Kayalar gibi rüzgarda azalmıyorum.
Ne tatlıdır şimdi rüzgarın taşıdığı tozun
Yanaklarına acı acı battığını hissetmek.
Söyle bana insan,
Tanrı sana ne dedi
Tuzlu deniz rüzgarıyla yakarken yüzünü?

İnsan

Tanrım ne anlatmak istiyor deniz?
Yoksa sadece dalgalar değil mi konuşan?
Ben ve bereketli topraklar arasında
Yüzyıllardır süren bu diyalog neden burada yok?
Tohum benim sözüm,
Meyve toprağın.
Toprakla ben aşığız birbirimize.
Burada bulduğum tek toprak, gemi.
Keşke konuşsa bu gemi de toprak gibi.
Benim doğduğum yere yabancıdır,
Bilmem ağacının dilini.
Zaman güven vermeye başladığında
Terkedeceğim onu denize.

Gemi

Sabah güneşiyle birlikte doğdum,
Toprağım bile ıslaktı.
Bir insan gelene kadar güverteme
Hiç hissetmemiştim ellerimi.
Tanrım,
Bana el yapan mıdır Tanrı,
Ellerimi hatırlatan mı?
Güzel insan bilmiyor musun dilimi?
Sayılarla konuşurum, yelkenimle anlatırım derdimi.
Nolur anlat bana kim dolduracak
Boş güvertemi, kilerimi.

İnsan

Filikaları kontrol ediyorum,
Yolun büyüğünü gemi getirdi.
Geriye kalan sadece sığ sular.
Önemsemiyorum nasıl hissedeceğim karada,
Ayakkabısız basarken taşlara.
Gemiyi özleyip geri mi döneceğim,
Ayakkabı yapmayı mı öğreneceğim düşünmüyorum.
Gelecek kurmak isterken karaların zenginliğiyle
İhanet mi olur gemiden kaçmak
Ölmemişken daha derisi?

Gemi

Kardeşlerim beklerdi eskiden karada,
Önlerinden geçerken kendi kokumu tanırdım.
Artık en güçlü rüzgar bile taşımıyor tanıdık kokuları.
Beni buraya getirdin insan sen.
Bu yola çıkmadan biliyordun
Özlemimi, yalnızlığımı, eksenimi.
Korkuluklarımı kaldırırım, toprak olurum.
Kal yeter ki.
İnsan, kızma artık gıcırdayan tahtalarıma.
Benden önce doğmuş olsan da
Senden yaşlıdır ıslak bedenim.
Bu ateşi yakıp gitme,
Batmadan söndüremem,
Batarsam düzelemem.
İnsan beni terketme,
Balçıkta yürüyemem.
Parça parça karaya çarparım kendimi.

İnsan

Nar ağacı kadar bir ateş bu.
Kalanı yaralayamayacak.
Bu taşların ortasında
Bileklerimde sarmaşıklarla durmak varken
Karaya kaçtım.
Kolaya kaçtım.

Ruh

Denizin ve karanın gelini,
Ateşin ve havanın damadı,
Bu kutsal tepede,
Sevin elimdeki dalı.
Bu ayak izleri üzerinde,
Sarmaşık saçım bağlasın hayatınızı.

Toprak sunsun odunlarını,
Hava harlasın kıvılcımı,
Ateş yaksın saçımı
Su ateşi alsın.
Külünüz havaya savrulmadan
Çözülmesin ikinizin parmakları.

Hikayeci

Gemi iyi tanıyordu gidecek olanı,
Karaya bu yüzden yanaşmadı.
Ama filikayla kaçarken insan
Unuttu gemi, gemiliğini
Çamura sapladı altını.

Şimdi şakaklarında dalgaların köpüğü
Yelkenlerinde yumruk kadar deliklerle
Bekliyor geleceğini gemi.

3 Ekim 2017 Salı

Açılış

Yüzyılın bütün kuraklığını toplamış bedenin,
Bir dudak dokunsa çiçekler dolacak.
Tanrı sulamış gibi kokan çiçekler.

Bir zamandı,
Doğuya gittikçe yükselirdi dünya.
Dağlar ulurdu.
Onları izlerdi bir çoban,

Tanrının kirpiklerine dokunur gibi.
Uludukça dünya,
Birbirine uzanan ellerimiz yakınlaşırdı.
Avlular ırmaklarda yıkanır,
Şehir eskirdi.

Bir ırmaksın.
İçimden kaldırdığın bütün toprakları,
Sevdama katıyorsun,
İç denizler, menderesler yaratarak.
Gözlerinden karışmak istiyorum denize,
İzmir Körfezi'ni dolduracak kadar büyüyen sevdamla.

İçimin ateşi topraklarımı yakıyor,
Eriyorum, büyüyorum, taşıyorum.
Biriktikçe kendi üzerime,
Sularınla soğuyorum,
Genç bir tepe oluyorum kıvrılışlarına belinin.

Dünyanın en güçlü mutfak penceresinin önüne
Ellerinin bir heykelini dikeceğim,
Henüz yorulmamış bir sen hatırası olarak.

Sırtımda en büyük hüzünlerin kırbaç yaralarıyla
Arkandan iç çekişler doğuruyorum.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Karanfil

Ay büyüyor,
İncir ağacına dokunarak içince sigaranı.

Yaşımı doldurmadan ölmem kehanet edilmiş,
Oysa 24 yaşımda kalkıyor cenazem.
Kendi içimden bir göl kenarı mezarlığına.

Kuşlar, duru bir tene ait iki dudak arasından
Toprağı deler gibi fışkıran
Karanfile benzeyen bir günaydınla kahvaltısını yapıyor.
Hayatımın en doyurucu sahnesi bu,
Filmin ikinci rulosunda.

Çakıllı yolumda yürürken,
Asaf Halet gelir karşıdan.
"İbrahim duvarları beyaza boyayan kim?"
Birden karanlıkta soru sormak yasaklanıyor.
Oysa burada güneşe açılmaz aynalar,
Öyle karanlık ki odam
Tanrının renkleri kayboluyor.

Zaten duvarları kimin beyaza boyadığını
Bir tek ben biliyorum.
Ay doluyor karanlığıma, birden
İncir ağacı kulağıma fısıldıyor,

-Ay yarımken ölünmez.