Benimle yıldızların olacaktı,
Gökyüzündeki semazenleri sana hediye edecektim.
Binlerce masal vardı içimde anlatılacak,
Ateşin başında, yatağımızda, balkonda.
Şehrin nemli havasında asılı kaldılar.
Bu değersiz değerli kağıtlardan,
Ekonomiden, seçimden, siyasetten
Her şeyden uzak,
Bir vadinin çıtırdayan seslenişinde buluşsaydık.
Tanımadığın meleklerden bahsetseydim sana,
Meryem Ana'dan, şaraptan ve İsa'nın zahmetli doğumundan,
Hızır'la Musa'nın yolculuğundan,
Bir Fenike kayığına işlenmiş şekillerden,
Jung sembolizminden, Marx'tan,
Toplumcu şairlerden konuşsaydık.
Tanrının yok ettiği şehirlere gitseydik,
Dış politikanın nasıl toparlanacağını değil de
Başı kesilen elçilerin atlarının yollarını nasıl bulduğunu anlatsan.
Toprağın tarihini sorsan bana,
Sonra en eski ağacı bulmaya çalışsan dokunarak,
Yirmi yaş şiirleri dizilseydi boğazıma.
Mesela hangi suyun daha lezzetli olduğunu tartışsak.
Vadi izin verdiği kadar günaha bulansak,
Kışa yemek biriktiren karıncaları unutup.
Kutsal kitapların ilk sayfalarından yazmayan,
Unutulmuş günahlara.
Gel kurtulalım bu kavuşma muhalifi,
Zift ve çakıldan oluşan duble yollardan.
Şehirlerin çöllüğünden.
Uğur böcekleri gezsin bileklerinde,
Bir şaire anne baba olalım.
Yaralarımız unutulana kadar küfredelim.
Atmosfere ulaşmadan çam iğnelerinde takılı kalacak küfürler.
Dolunayda yan yana beklesin gölgelerimiz,
Gecede o şarkıdaki gibi leylak kokusu,
Bir de gençliğimizden bir şiir olsun.
Sana, lavanta kokan şiirler toplayabilmek için,
Bunca çıraklık yaptım en kötü atölyelerde.
Yıllarca aynı bahçede yazdım yaşamayı,
Sen ol, üzerine konuşalım istedim,
Yaşamak yazmadan da anlam kazansın istedim.