14 Aralık 2016 Çarşamba

Merih

Şimdi, kışın ilk akşamları
Kedi tüyleriyle dolu koltukta
Bahçenin en uzak noktasına anlatılıyorum.
Bahçe bana sigaramı uzatıyor.
Bahçe, yarattıklarının en beklenmediğini bana sunuyor.

Kollarımda uçurumlarla dolu bir kadın var.
Bu kadın,
Benimle uyuyan,
Saçlarımdan heykeller yapan,
Kuruduğumda kabuklarla hayata döndüren,
Yokuş aşağı baktığımda beni iten merhamettir.

Yerçekimine karşı salıncaklar yapıyorum
Bir şiirde "merih" kelimesi geçiyor onunlayken,
Baktığım bütün kırmızılar göğün renkleri gibi tanıdıklaşıyor.
Nedir dese bu merih,

-Saçlarından başlayacak bir devrim
Aynı renkte kanlar ve ojeler bulunacak tırnaklarında ve
Geceleri güneydoğu ufkundan, sabah kızıllığına
Gözleri bal rengi bir kızın gezegeni inecek
Uzayın elçisi olarak.-

Nedir diyor bu merih,

-Göğün ikinci katı,
Bakırdan kızıl çalan yıldız,
İmkansız mücadelelerin aşığı.-

Ama diyor, ben neresindeyim bu merihin,
Nasıl tutulur bu, nasıl gidilir oraya.
Çek tabureni yanıma,
Çiçekler ekelim işlek yolların asfaltlarına,
En az iki defa ölmeden gidilmez oraya.

22 Eylül 2016 Perşembe

Hayatımın yumuşak topraklarına basıldıkça
Sigara dumanları tüterdi yerden.
Yorulurdum
Plansız meydanların, sokakların kaldırımlarına devrilirdim.
İki aslan ciğerini sırtımda taşır gibi
Yorulurdum.

Salınan sarkaçlar gibi
Kısıtlı bir özgürlük içinde
Hep aynı yerlere gidiyorum,
Neyi belirlediğimi, beni neyin belirlediğini bilmeden.
Kimim ben,
Hangi saatin saniyesini yaşıyorum?
Bir gezegenin,
Bilmem kaç kilometre hareket etmesinden ibaret olamam değil mi?
Ama,
Zeytin ağacına konmuş bir kuş, şaşmaz, saatinde ötecek,
Beklenmedik ölümler, tam o ana ait olacak.
Değişmeyen ve değiştiremeyen basitliğimle farkediyorum,
Bir arada tuttuğum her şey kadarım.

Günlerin emanet edildiği bir rehinciyim,
Dökülecek her yaprağın zamanını gözetiyorum,
Balkonlardaki, çok beğenerek alınan saksılardaki,
Yeterince kaybetmemiş herkesteki.
Yumuşak toprakların bataklığa döndüğü yerden sonra
Tek başımayım,
Bataklığımda nefes alan hiçbir şey yok,
Bataklığım dışında.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Yıllar önce odamın kapısına bir palto astım. Hayatımın bütün kapıları ona emanetti. Sonra kendisi emanet oldu. Bu kontrollü yaşantının içinde bazen unuttum onu. Başka planlarım vardı sonra mesela hava çok sıcaktı. Geçen baktım zamanı gelmiş, alıp attım sırtıma, yazın ortasında İzmir'de. Biraz gezdirdim, yeni yerlere götürdüm. O da sıcaklığımdan faydalandı. Palto beni değil ben onu ısıttım. Sandı ki bu yerlere onun için geldik. Bu kalabalıklara onunla dokundum sandı. Omuzlarımdan huysuzlanmasa götürürdüm onu "ölünce piyanoların gittiği yere". Rahatsız hissettiğini bildikten sonra aldım başka bir adamın omzuna bıraktım onu, arkasından biraz izledim. Bilmediğim çok şey vardı. İç cebinde unuttuğum her şeyle birlikte verdim onu. Astım, aştım. Teşekkür ederim palto, ne çok söküğün vardı senin. Annem dikerdi onları, annem ellerini verirdi ben dikerdim isteseydin. Sormadım, söküldü mü yırtıldı mı diye bakınca görünüyordu çünkü. Benim parmaklarımdan ipek iplikler akar sana dokunsam. Onların kandırıp kopardığı, çekiştirip aldığı her parçanın yerine kendimden özenle keserdim. Bilirsin, büyüğüm ben, çok var fazladan parçalarım. Bilirsin, zaten "hem şarklıyım ben, gövdem yara dolu". Fazladan bir kaç yaranın, biraz ayak izinin bir zararı olmaz bana. Ah sevgili paltom, kimin omzundasın, bilmiyorum, o adam kime bıraktı seni. Ben hep buradayım. Güleceksen haber ver yeter.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

aramak

Seninle kurulu bir saat gibi hep aynı trenin hep aynı vagonuna binmek istiyordum. Hastanelerden ve okullardan çıkıp sana gelmeyi, seni beklemeyi istiyordum. Tıpkı durmakta olan bir aracın az aralık penceresinden içeriye serin bir esinti girsin diye harekete geçmesini bekler gibi. Bu hisler içinde bir fabrikanın sıcaklık koruyan çatısının altında, çalışan makinaların gürültüsüyle ritim tutan bir sen düşlüyorum.

Hiç susmuyor makinalar, burada bulunmayışının hayalinin masaya vurarak çıkardığı sesler, başımın içindeki fili sakinleştirebilirdi. Bu düşüncenin ferahlığıyla telefonuna aramalar yapıyorum. Sesin, bana ilk kez bahar güneşinin tadına bakıyor hissi vermekten geri kalmıyor. Umduğumu buluyorum. Kimi zaman sert ama tadı güzel, terletmeden hayata bağlıyorsun.

Bu filin akrobatik hareketleri beni bir kuş peşine düşürür. Ajandalar dolusu onu ararım. Bugün de dünya kuş kovalama günü değilmiş. Duyunca sandalyemle birlikte sürünerek 25 iş gününü avlamaya çıktım. Yeni bir şey üretebilmek için bu toz ve yağ içindeki gürültülü metalleri dinliyorum. Sessiz ve ışıksız bir yer mi bu kuş benim için?

Metin Altıok'un mektuplarını okuduğum zamanı düşünüyorum. Onun Bingöl'deki yalnız kışlarını, gürültüler arasında ben yaşıyorum şimdi. Onun gibi kızıma değil de sana yazmaktayım bu arayış pazartesinde. Çünkü hala gülüşünden yara bantları düşen tek kadın sensin hayatımda.

beklemeye davet

Defterim bütün zararları tanıdı artık. Çok yara aldı. Çok sigara sönme hissi tattı derisinde. Kalanı da ben söktüm. Sökmesem kurtaramayacaktım.

Vapurlara binmiyoruz artık yazmak için, deniz görmeye ihtiyacımız yok. Daha derine yüzmeye ya da. Sembolleştirilmiş kesik bir ağaç dalı, eski bir radyo ve cam yerine aynalı bir pencere. İlk defa gerçekten izleyebiliyorum burayı. Daha önceleri göremediğim ne çok şey varmış. Sadece ağustos böceklerini ve müziğin mekanik sesini, ara sıra kornaları, ambulansları duyuyormuşum. Duvardaki daha küçük boşluklara bakmayı unutmuşum kapıları izlemekten. Cam bir küllüğün hangi şekilleri alabileceğini şimdi farkediyorum, bir de yalnız kalabilmenin ne kadar değerli olduğunu.

Beni çok yalnız bıraktılar, kayıtsız kalamayışım, içinde seslerin bozulmasını duyuşum, benden bir adım uzaklaşmanın bana bu kadar dokunması bundan. Anlık dokunuşlar belki ama ah kaçmıyor olsan. Bir avuç su gibi belki, ellerimin arasında yüzüme o kadar yakın. Geldiğini duyabilmek istemiyorum ben. Hep sessiz adımlarla paldır küldür girişler yapsan da her defasında beklenmedik olsun istiyorum sana ilk bakışım.

Kendime kapanamıyorum. Ağırım gövdem su kaçırıyor. Gel, çek sandalyeni. Konuş benimle, duyacağım. Anlayacağım. Gölgen çökecek üstüme kaç kilometre uzakta olursan duyacağım. Söz anlayacağım oralardan seni.

Burada dinlenirken kuru bir ses veya mavi şeyler beklemiyorum. Sadece bazı şarkıları çok sevmeyi ve birileri için biri olan birini. Beklemekten söz ettikçe en sevdiğim filmin kapanış sahnesini görüyorum. Çıkıp da birilerini aramayı nasıl beklemiştim ama. Kimse yoktu o zamanlar sen bilmiyorsun. Sanki hep birileri var herkesin hayatında. Oysa kimsesiz kalmalarımızı kimse bilmiyor. Beklerken neler duyduğumuzu. Bu silgiler her şeyi hatırlıyor mudur sildiği? İnsanlar sildiği şeyleri nasıl hatırlar di mi?

Hava kahve içmek için çok sıcak. Sen de öylesin, üzülmek için. Ben üşümeden geçirdiğim kışları düşünüyorum, kahve içmek için çok soğuk olan mutfakları. Bu beklemenin davet adında anlatıldığı, bir çay tabağının bulaşık makinesine atılana kadar yaşayacağı şeylerin bir başlangıcı.

28 Ağustos 2016 Pazar

kaya

kalabalık hayatlardan geçtin fakat
bir kayadan farksızım ben
gündüzleri bazı insanlar ziyaretime geliyor
geceleri sadece benim.
evet bir zamanlar kalabalıktım.
evet başka anlamlarla kalabalığım hala.
kendinizi bendeki izlerle yorumlayabilirsiniz
o kadar ayak izi var ki üzerimde.

iki galaksi gibi birbirimize yaklaşırken
ilk çarpışmada
merkezimde bir çentik beklemezdim.
galaksiler çok kalabalıktır, bilirsin di mi?
ben
bu kalabalıklardan birinden 
senin dünyana düşmüş bir gök taşıyım
senden bakınca sadece basit bir kaya.

21 Ağustos 2016 Pazar

Bahçe

Belki sen gelirsin diye
Kalkamadığım masalara karbon tozu bırakıyorum
Telefonum kapansın, hatta kalmayayım
Aramasın bankalardan asgari ücretli kimseler
Aramasın arkadaşlıklar da
En çok da geç kaldıklarım.
Sadece sen ve sadece gelirken ara.

Balkonlarda biberler kurutulurken
Sessiz sedasız sofralar kurulsun.
Sonra sen ben duymadan yürür
Beni aramadan gelirsin.
Duvarlarımı beyaza boyarsın
Sandalyeler ben olurum.
Bir gün sen gelirsin diye bir bahçe yazsam
Anca bu kadar olurdu.

Bir buzun bardağımda can çekişini izlerken
Dizime bir kalem saplarım ben
Lazım oluyor yanında
Sonra güzel sesli birini alırım omzuma,
Sana şarkılar söyler.
Dokuz incir toplarım sana içimden,
Kalanı sen gelirsin diye dallarda bırakırım.

Çift başlı bir güvercin duyar beni bahçeden
Yolumu uzatır, yüzüne gelirim.
Bütün turunculara kırmızı yazar
Bütün betonlara toprak döker
İçimden seni severim.
Bir gün sen geleceksin ya aramadan,
Turuncular kırmızıya, betonlar toprağa dönecek.
Her şey geldiği yere, ben gibi
Bir gün, artık sen gibi.

çekmece

çekmecelerin de hafızası vardır
sesimin, cümlelerimin sendeki yankılarını tutarlar
altı çekmeceli başımın üstünde yerin.
dün sabah ciğerlerimin tozunu yağmur aldı,
bu gece sen üfledin çekmecelerde kalan her şeye.
dökülen kül iz bırakmasın diye üfler gibi.

üzerine güneş kursunun gölgesi düşmüş
bu oda, eski anadoludan beri karanlığa bakıyor.
incir ağaçları fışkırsa yerden,
batsa bütün imparatorluklar.
dalına salıncak olsam ya,
dalında sallancak.
dallancak. dalıncak.
"olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi"

18 Ağustos 2016 Perşembe

kuruyana

fazladan bir adım atmadığım için
sonrasını hiç öğrenemediğim günlerin
acısını çıkaracağım burada.
koltuğunda, kucağında,
resimli kitaplarının durduğu bazanın altında.
yani elinin değdiği her şeyin
bir zamanlar bulunduğu her yerde.

sıfır gibi hissediyorum kendimi.
diyorum ki
tam ortasında, bütün doğruların,
ısırgan kırmızı renklerin,
başka adamların dizelerinin,
o dizelerde anlatılan kadınların dizlerinin,
incecik mektup kağıtlarındaki kat izlerinin,
tren vagonlarının ve traverslerin.

seni,
şehirdeki bütün karayollarının
ağırlık merkezine götürmek istiyorum.
diyorum ki
bitmiş bulmacaların,
daha büyük saksıya alınmış çiçek topraklarının,
eski kiralık evin kapı gıcırtılarının,
aynalarda unuttuğun bütün yansımalarının,
elini attığında kopan bütün saçlarının ve haklılıklarının.

tut elimden,
bir daha düşmeyeceksin.
tut elimden,
fazladan bütün adımlarımı bitirene kadar.
yanına devrilene kadar.

4 Ağustos 2016 Perşembe

kedibeli

boşluğa doğru boğulur bu seslenişler
tekrarladıkça anlamsızlaşan ve azalan
ihtimallerin peşindeyim
üzerime düşen kılıçları savunmaktan ve
çocukların kuma çizdiği çemberin içinde
iki elim gururumun kabzasında
yeni bir darbeye hazır kalmaktan
yorgunum

bakın kimsesizim
bakın! ayaktayım
ama kedibeli titreyişleri bile yabancı.
acıyor diyemediğim konuşmaların sonunda
sonuncusunda
ev yolunda kendime kendim fısıldadım
"bana karşı ben vardım
 çaldığım kapıların ardında,
 ben açtım, ben girdim
 selamlaştık ilk defa."

yazım çirkin içimden
kurtarmaya çalışanların boğulduğu içimden.
üzüntüden kopardığım çimleri sapladım
üçüncü kaburgamdan içeri
menekşeler tütüyordu balkonlarda o an
beni savunan herkes için biraz da ben tüttüm
içimden, dağıldım ve

düştüm, kafatasımın iki yanına çarpan sarkaçtan
uçuruma benzeyen dimdik harflerden
düştüm, durmadan tekrarlanan düzlüğe
satır sonuna.

22 Temmuz 2016 Cuma

Kararlı

yerde bulduğun gazı kaçmış uçan balon
hala rüyalarımda.
bütün şehirlerde dönme dolaplar göz kırpıyor bana.
yeni bir mağaza açılışında çocuklara dağıtıyorum
senden kalan ne varsa

henüz yivsiz bir tüfek kadar kararlıyken tanıdım
şimdi ağzından çıkan bütün mermiler
tam gitmesi gereken yere gidiyor
parçaladığın dokular eskiden senin dokundukların
senin dokudukların

şimdi beni unuttuğun bu yerde
sol elim montumun cebini işgal ederken
senden kurtarmaya çalışır gibi çekiştiriyorlar
erken havlu atmayacağım
teslim olmayacağım

senin mutsuzluğunu
bu adımlarla sayılamayacak mesafede duyuyorum
aynı sokakların neminde.
kolay geçmiyor bıraktığın.
boynundan kopan cam kırıkları asılı havada

avuç dolusu kahramanlık hikayem var şimdi
ama sen yoksun
sağda solda anlatacak halim yok
hepsinden vazgeçiyorum, her gece,
aynı cümleyle başlıyorum
"bugün de tam nerede kalmışsam"

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Bir geminin dümenine bağlanmışım gibi zeytin ağacına çıkmaya çalışan iki haftalık kediyi izliyorum. O düştükçe ben ters dönüyorum, belki yirmi yıl önce benim ayağımı koyduğum yere zıplıyor. Büyüttüm ağacımı al senin olsun diyorum ne kadarını anladığının bir önemi yok. Ben bunları kime söylediysem ne kadarını anladığının bir önemi yoktu. Herhangi bir son söze gerek olmadığını çok iyi biliyorsun sen de. "hem sen tanırsın beni, ne yapsam ne söylesem o geç kalmışlık hissi"  

Biraz yaşlandım. Biraz saçlarım seyrekleşti. Şarkıda da dediği gibi. Son defa yenilsem sana diyor, son defa yenilmek diye bir şey olamaz, son defa kazanmaktır o. Senin uyuyamadığın bir sabaha benziyor bu söylediklerin. Ben hep olduğu gibi aynı şehrin uzun yollarına gidiyordum, sakallarım uzamış kesin laf edecekler. Bak bu pakete dökülen tütünü toplayıp yakmama benziyor ve mutlaka birileri bir şeyler söylüyor.

Neden o yargılayan ses tonunla bana kızmıyorsun bunların son olduğunu söylerken. Seninle hiç uyumadığımı, seninle hiç şuralara gitmediğimi, seni şuna götürmediğimi söylediğin gibi neden değil bu? Bana olan kızgınlığından bir son hazırla. Saatleri saymıyorsun artık, istediğini aldın. "bulabildin mi sonunda hep anlattığın o meşhur huzuru" 

Ekim ayının sonuna yaklaşıyorduk ve hatırlıyorsundur neler yaptığımı. Vitamin eksikliğinden unutmalarına rağmen bunları hatırlıyorsun. Kıvrılırken koltuğuna bir rüya hatrına bunlar aklına gelsin istiyorum. Bir kaç yıla kendi evine gideceksin ve bütün sayfalarını bir daha hiçbir zaman okumayacaksın pesüs şiirinin. İçinin rahat etmediğini, burada, senden hiçbir şey duymama gerek kalmadan anlayabiliyorum. Ben, burada, bir nisan gecesi kendimi sigara dumanına boğmaya çalıştım, seni en güzel burada anlarım.

Sen içeri girerken şık latife çalan yere gideceğim, o eski takılığa göz koyduğun yere gideceğim. Her şeyi hatırlamamın bu zehirli yapısını tekrar hissedeceğim. İyi ki daha fazla anı bırakmamışız bu şehirde. Binemediğin dönme dolap her yerden görünüyor. İyi ki binmemişiz. Açtığımda ağladığın her telefon konuşmasını hatırladığım için aramalardan soğurken, senin canını acıtmayı hiç istememişken bulduğum yağmurda kalmış yavru kedi olarak geri dönersen kocaman avuçlarıma, göğsünden hiçbir kemiğe dokunmadan tutacağım seni. Herkese şiir okumayacak, lavantayı gömlek cebimde taşıyacağım ve hep aynı postanenin önünde geçeceğim her hafta. Hoşçakal.

7 Temmuz 2016 Perşembe

bütün evde olmayanlara

köşede son bir kez el sallamanı bekliyorum.
tahta bir bavulun boş ağırlığını taşıyarak
iyi, kötü ne varsa
apartman girişindeki aynadaki aksime bıraktım
bungun kelimesinin anlamını bile.
"trenim gecikmeli, yüreğim bungun"

her yüzü tanıdım bu olmadığına inandığım yerde
kaç yıl geçtiyse her tütünün tadını öğrendim
bütün sonradan öğrenilmişlikleri,
ileriye bakmanın büyüsünü ve büyüyüşünü,
karanlıkta uyuyamazken yarattığın evlerin
yıllardır bakılmamış bahçelerine bıraktım
"dolanıp duruyorum ortalıkta"

kapılar suratıma çarpılıyor, sabah 05:14
yeni açılacak hiçbir şeyin olmadığı bir yazın kutlaması olarak
bütün ağırlıklarıyla birlikte yaşımı,
kedini ve seni,
geri dönen mektuplarımın üzerindeki
alıcı adresinin posta kutusuna bıraktım.

senin ilçenin nergis sokağına.
bilmem ne camisinin iki yan sokağına.
baraka'nın sokağına.
tekel taksinin karşı sokağına.
önünde ufak bir palmiye olan evin sokağına.
içtiğimiz şarapların hatrı kalmış
bütün sokaklara teşekkür ederim
evde olmadıkları için.


11 Haziran 2016 Cumartesi

Ufalanan Şeyler Üzerine

Ertelediğim her şeyden bir parça
Kuruttuğun otlardan yaptığın çaya,
Annenin ellerinden çıkan yemeklere,
Evindeki bütün baharat kavanozlarına
Hayatına tat katan her şeye

Biliyorum katmayacaksın hiçbirine
Bu da güzel bir sevmek şiiri olmayacak.

Üç parmağının sol omzuma bıraktığı bütün kırıntıları seveceğim

31 Mayıs 2016 Salı

Kadar

Sen gülünce ile kelimesi bağlama yetisini kaybediyor.
Sen gülünce ile başlayan cümlelere
Yenileri katılıyor damağını parçalayan
Her bir dişin hatrına.
Sokağımda bir çeşme ortaya çıkıyor,
Bütün avuçlarda senin yansıman sonra

"Yakanda bir amonyak çiçeği"
Elini uzattıkça bütün oyunlara küfrediyorum.
"Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa?"
Hep kıyısında dolaşmışız birbirimizin.
"Ne kadar rezil olursak o kadar iyi"
Ama sen utanırsın, biliyorum.

Odam ışığını beklemekten kararıyor.
Hiç sormadım penceremde niye siyah bir duvar var diye
Uçakların bütün kırmızılığı üzerindeydi çünkü
Sen sorana kadar.
Sen elini uzatana kadar bilmiyordum
Bazı elleri tutmaya çekinildiğini.
Sen bir şeyler anlatana kadar bilmiyordum
Susmasın diye hiçbir şey anlatmamayı.
Sen karşımda olana kadar bilmiyordum
Tam karşıya bakmanın ne kadar keyifli olduğunu.
Ve sen utanana kadar hiçbir şeyden haberim yoktu.

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Çok Yaşa

Bütün ömrünü feda edebileceğin bir gün,
Bir güne sığdırabileceğin her şeyi alamayacak içine
Eksiklerini kapının önüne bırakıp zilini çalayım
Hemen açma, ne olur
Kaçmam için bir kaç saniye hediye et bana.

Bugün doğuyorsun, 20 küsür yıl önce
Saydırtma, yaşımı öğrenmek istemiyorum.
Çok yaşa, çok doğ.
Söylemediğin bir cümle kalsın içinde herkese karşı,
Tekrar konuşabilmenin anahtarı.

Nice doğmalara,
Ayakkabılarını giyerken sesimi duyan,
Adından bir şeyleri eksiltince üzülen,
Saçlarını sözler uğruna saklayan kadın.
Çok yaşa, çok doğ.

8 Mayıs 2016 Pazar

Sen Ölürsen

Doğmamak konusunda ısrarcıymışım
Ölmüş adamların yazdıklarını okuyorum
Ölmüş adamların seslerini dinliyorum
Ben ölünce beni dinleyecek kimsem yok.
Ben ölünce dört yanımda uçurumlar.

Tuttuğum her elin bir izi kaldı bende,
Ne kadar az tanıdık, o kadar çok.
Merak ediyorum, aynılar mı?
Merak ediyorum, yine mi kar?
Dinlenmiyorum, dinlenirsem bileceğim.

Beni, yine çekmecelere indirgiyorlar.
İçimden bin çekmece açılıyor
Bininde bin makina çalışıyor.
Çok ses var, kaybediyorum.
Çok ses var, kaydediyorum.
Yanmış ormanlar okumamı öneriyorsun arada,
Yanlış romanlar.

Düşüyorum heceler gibi,
Beni yalnız bırakıyorsun,
Değerimi bulmak için mi?
O kadar mı bilinmeyenim oralardan?
Şafak doğrulur yakında, yanma karanlığıyla.
Adında yaşamak var,
Sen ölürsen, beni kimse okumayacak ölünce.

21 Nisan 2016 Perşembe

Bulanık

Çok bulanık geçtin yanımdan
Gözlüklerim kirliydi, temizleyeyim tekrar geç.

Biri çakmağını ateşledi, bak hala yanıyor,
Bir baksana arkana.
Bir baksam arkama da
Arkamı döndüğümde çıktığın bütün kapılara sövmesem
Eminim, bu kadar üşümem öleceğimi anladığımda.

Bir daha geçmeyeceğin sokaklarda gezdirdim seni,
Sadece bunun için arkana bir bak, çünkü
Bir daha geçemeyeceğin sokaklarda bir şeyler yatar.
Hiç binmeyeceğim toplu taşıma araçlarını durduruyorum
Belki fazladan bir küfür yerim de rahatlarım,
Seni düşünüyorum, bir küfür daha.
Bulanık bir el sallıyorsun, bir küfür daha.
Bu sokak da biliyor göz rengini, bir küfür daha.
Varsın, yakınsın, onunlasın, bu kadarı fazla.

20 Nisan 2016 Çarşamba

İlk Sayfa

 Bir defterin ilk sayfasına neler yazılabilir, ilk defa bilmiyorum. Sonuçta bir kareli deftere duygusal olunmaz. Beni hep çizgili sandılar, kareli yapraklarımı göremediler. Bu yüzdendir kaybedişleri. Evet ben bile kaybedilebilir biriyim. Hiç öyle durmasam da.

 Ben de kaybeden biriyim, hem de hiç istemesem de. Başarılı olmak için büyütüldüm, kimsenin görmediği başarılarım oldu, herkesin gördüğü başarısızlıklarım. Kocaman bir zamanlama hatası olduğumu düşündüm kimi zaman. Bazı insanlar oldu, ne güzel zamanda gelmişim dedim.

 Şimdi bu defterin ilk sayfası kareli mi oldu, çizgili mi?

18 Nisan 2016 Pazartesi

Asla geri dönülmeyecek bir arama yaptım bugün. Bir kaç şarkı dinledim üzerine, biraz bağırdım sağa sola. Alışık herkes. Hiç sesimi yükseltmediklerim de var tabii, onlar yerine bu oda çekiyor, duvarları ve içerisindeki dört ağaç eden kağıtlarıyla. Kaç kilo taşır bu oda hiç düşünmedim veya yoğunluğu nedir dört ağaç eden kağıtların üzerindeki şeylerin.

Bir fotoğrafı izledim bugün. Neredeyse hareket ediyordu. Aylardır duymadığım sesleri düşündüm sonra aylardır duymadığım sesleri duymaya çalıştım, nesi yanlış ki. Adını bile duymadığım kadar yanlışmış. Kaptan ismine sahip şiiri bir defa daha okudum, ne kadar yanlış olduğunu unutmak için.

Ufacık bardağa ağır bir içki koydum bugün, bir kaç defa. Keşke gülse biri burada, keşke açsa biri tam burada ağzını ve keşke demeye kalmadan bir şeyler olsa. Burada, bu odada, biri korkuluk gibi dursa bile yetecekken, bir ufacık bardağın içinde bile kimse yok.


17 Nisan 2016 Pazar

Aydınlık

Aydınlık,
Bahçedeki kız çocuğunun alnına değip değip uzaklaşan
En sarışın bukledir.
O kız çocuğunun,
Ne kadar güçlü olduğundan habersiz
Kendine çizdiği yoldur.
Olmayacağını düşündüğü her anda
Karşısına çıkan ateşböceğidir,
Adını beş buçuk yaşında öğrendiği.

Aydınlık,
Tanrının toprağa dokunmakta olan elinden sızar bu mevsimde.
Taşan damla mıdır insan o aralıktan,
Yanlışlıkla mı yoksa her şey?
"Seviyorum seni, taşıran damla"

Aydınlık,
Tohum mudur, ürün mü?
Kim eker onu, kim biçer?
Nerede saklarlar fazla gelen her tanesini?
Ben söyleyeyim,
Sokağın gözlerinde,
Turşu kavanozlarının içinde,
Taşında, yaprağında, meyvesinde
Ve baharında hayatların.

1 Nisan 2016 Cuma

bulutundan da yağmurundan da sıkılıyor insan
insanların yüzlerine bakmaya başlıyor.
oğulların babalarının çakmaklarıyla sigara yaktıkları
bu şehirde.

birkaç sayfa dolduruyor insan, boş zamanlarında
belki bir yıl sonra, belki o an buruşturup attığı
babalar oğullarının alınlarına yazılar yazıyor
o kadar da boş olmayan zamanlarından arttırıp

dünden artan her adımın atılması gerekiyor
o suyu kuyu kuruyana kadar kullanıyor da
kalemi yarıya gelince atıyor insan
dedelerinin kalem attığı yerden elmas toplamak da bir adım, mesela.
kızarana kadar ısıtmak bir metali, mesela.
buraların ilk sarhoşu olmak, meselası yok.

anlamdan uzak her çizgi bir harf oluyor
sonra anlamdan uzak bir kaç şiir ve anlamdan uzak oluyor insan