12 Temmuz 2017 Çarşamba

Kente Dönüşüm

Bulunduğum yerin yıllar önce ne kadar farklı olduğunu çoçukluğumda düşünür, çıkarımlarda bulunurdum. Bulunduğum yerin önceki durumuyla içinde bulunduğum anki durumunu ise büyüdüğümü hissettikten sonra karşılaştırmaya başladım. Çok büyümüşüm farkında değilim. Çok sevdiğimiz bir sokakta yürürken o anaokulunun değişen tabelasındaki eski ismi okuyabilmek için küçük kızımı karımın kucağına bırakmamla başlamıştı yenileştirilmiş eskilerle olanlar. Yanında olduğunu hissedemediğin ve zaten madden yanında da olmayan bir insanı böyle bir sokakta yıllar sonra nasıl yanımda hissettiğim önümdeki üç hafta kafamı karıştıracaktı.

Eşim ne olduğunu soracak 10 saniye sonra. Ondan önce açıklama yapmalıyım.
" Eski adını anımsamaya çalışıyorum da okulun."
" Kültür Anaokulu." Kendisi de üniversite yıllarını burada geçirmişti. Ben sayıları çok iyi hatırlarken o isimleri hatırlardı, ben şiir yazarken o öykü yazardı, ben "neden" sorusuyken o "nasıl" sorusuydu, ben kavrulmuş tenimi bir kaldırımmışım gibi kullanırken o beyazlığını bank yapardı. Beni çok seviyordu, iki kızımızı omuzlarıma oturtup evin içinde koştururken daha çok. Ben ona karşı saygıdan başka bir şey yaratamıyordum içimde. O yüce anneye saygı duymaktan öteye gidemiyordum ama dünya üzerinde adı geçen bütün tanrılar bilir ki, göğsüme başını dayadığı her an onu sevdiğimi hissetmesini sağladım. Her zaman yanımda olan bu yüce anne biliyordu gerçeği, bir gün bir telefon gelecek ve gideceğim.

10 yıl önce sokaklar daha yeşildi, hepimize olduğu gibi kentsel dönüşüm oldu. Kentçe dönüştük. Yüce anneyle ilk randevumuzdu. Çimlerde, at kuyruğu saçlarım onun kucağında, "Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de. Düşünen bir şey olarak ve düşündüren." dizelerini mırıldanmıştım. İşte o zaman anlamış olmalı, şimdiye kadar sadece bir konu olarak kaldığımı her şeyde, herkeste. Yüce anne ayağa kalktığımızda bana sıkı sıkı sarıldı. Artık ben varım cümlesi, bin defa söylense de anlamını yitirmeyen bir cümleymiş, o zaman anlamış olmalıyım.

Yüce anneye hayatımda yazdığım ilk öyküyle evlenme teklif etmiştim. O zamandan sonra uzun bir süre en fazla bu kadar yaratıcı olabileceğimi düşünüyordum. Sonra Çolpan oldu. Ailecek yeniden doğduk. Sülfür sarısı değil, kızım sarısı doğduk. Ama o biliyordu, sülfür sarısına gidecektim.

Hislerim kuvvetli değildir, sadece kafamı kullanırım. Tabelayla olan duruşmamızın üçüncü haftasında, telefonum çaldı. Acil olabilir diye açmış yüce anne, karşıdaki kimsesizlik hiçbir şey diyememiş. Yüce anne yüzünden mi, Zühre'nin ses tellerinin ilk anlamlı titreşimlerini duyduğundan mı bilmiyorum.
"Geri gel ama olur mu?" Zamanının geldiğini bilerek kucakladı beni.

Always Gold'un spiraller halinde uzayan melodisi başımın çevresinde dönmekteyken arayabileceğim bir kişi var sadece. Sülfür sarısı. Bir masa buldum söz verilmiş yerde, her tercih edilmeyişte tavana yazdığım cümleyi düşünüyordum bütün bu sürede. Bu şehir beni hiçbir zaman terk etmedi. Geç kalacak biliyorum. Onun bindiği otobüsler bile geç kalır. Belki de sola bakmayı unuttu ve geçti gitti bu arada kalan yeri. Ama insan yağmurlu bir günde saçak altında sigara içtiği bir yeri unutur mu öyle kolayca? Küçük bir rüzgar esti, incir ağacında yıllardır tutunan bir yaprak sağ ayağımın yanında yere indi. Bir karınca için helikopter inişine benzer bir etki yaratmıştır mutlaka. Sonra bahçe kapısı açıldı, mekan sahibiyle selamlaştı biri, oydu. Benim için bir vapur düdüğüne dönüştü bu selamlaşma. Kendi hikayeme karınca olmuştum. Masanın yanına kadar kedi adımlarıyla yanaştı, yüksek sesli bir selamlama bekler gibi. İki eliyle tutuyordu çantasını önünde, vücudunu yukarıya daha rahat bakabilmek için arkaya eğdi ve tanıdık yerlere gelinince verdiği o tanıdık nefesin gırtlağından geçişini izledim. Yıllar önce ne kadar farklı olduğunu düşündüm.

Neden gelmedin diye sormayacaktı, çünkü nedenler benim uzmanlık alanımdır. Bir şehre neden gitmediğini en iyi başka bir şehirde neden kaldığıyla açıklayabilir insan. Eskisi gibi bastırdı anaç göğüslerine, sarılırken. Sülfür sarısı bir merhamet akar bu göğüslerden, boğucu. Her kapıdan uğurlayışında nefesimi kesen bir merhametti.

Konuşmaya gerek yoktu. Diğer insanların bütünü gibi fedakarlıklara karşılık verememişti. Konu böylece kapanmıştı. Körfezin ışıklarını izleyebileceğimiz bütün güzel parkları, 10 şeritli otobanları olan resmi bir şehir için feda edebilmişti o. Onu yanımda hissettiğim sürece sadık bir köpek gibi her şehirde takip ederdim, o da biliyordu. Evi bulamayacağım bir yerde bıraktı beni. Bütün arabaların egzoz kokuları birbirine benziyordu, hangi gidenin o olduğunu bilemedim. Bütün kokularını tanıyordum onun, vücudunun her milimetre karesini ezbere biliyordum. Bir gün bütün saç köklerini tek tek öpeceğimi söylerdim, bunu yapmaya yetecek kadar kalamadı hiç yanımda. Ama İzmir, hep buradaydı. Evi bulamayacağım kadar uzak olan yer bile İzmir'indi. Hani üç gün olmasam betonuna toprağım diye dokunduğum şehir. Dökülen her saç telim için bile yeri vardı bu şehrin. Şehirler iyi bilir vermeyi. İnsan değillerdir ama çok benzetirler insana. Gocunur bir şehir insana benzetilince, bak hissediyorum.

Acaba ben düşünürken konuşmuş muydu? Yoksa benden mi bekliyordu bir şeylerin ilkini, her zamanki gibi. Çağırsa giderim, yüce anne kızmazdı bana. Düşüncemde bile sustum, duyacak korkusuyla.

"İki kızım var." dedim. "Beni hiç yalnız bırakmadılar. Beni hiç tek başıma hissettirmediler. Anneleri yüce bir kadın. Yıldızlar doğuyor onun kadınlığından."

Susmaya devam ediyordu. Benim lanetim diye anlatmak istedim. Benim için hiçbir şeyin geçmiyor oluşunu bir lanet gibi anlatmak istedim. Benim için savaşmıyor oluşu, bütün güzel şeyleri yok etmişti yokluğunda. O boğucu merhametinin içinde bir şehre dönüşmüştüm onun için ben, arada uğrayabileceği. Güvenli. Benim için savaşmasına hiçbir zaman gerek yoktu çünkü onu görür görmez terhis etmiştim ordumu. Değersizliğim bu yüzden, bir başkası saldırsa sınırlarına kayıpları göze alamadığı için ilk vazgeçeceği şehriydim onun.

"Vazgeçtin." Sanki düşüncelerimi duyuyormuş gibi son kelimeyi söyleyip bırakmıştım.

Gitmeliydim, üstü kalın bir atmosferle kapatılmış bir aşkı tekrar oksijene boğmak sadece sülfür dioksit oluşturacaktı içimde. Gitmeliydim, yüce anne beni en büyük çocuğuymuşum gibi bastırırdı bitmeyen merhametine. Ona her şeyi yapmama izin verirdi. Son defa koklamadan gitmeliydim. Sigaramı alacakken küllükten bir incir yaprağı düştü, sağ elimin yanına. Neredeyse tekrar kanacaktım, sülfür sarısını sonbahar sonu sarısı sanıp. Gitmeliyim dedim, kınından çıkan bir kılıç gibi bahçeden çıktım.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

yanlış değil

görmediğin bir totemin etrafında dans etmek de
güzel biten yaz akşamlarının ertesinde
hiç yaratılmamış gibi sevişmek de
yanlış değil.

bir başkasının ışığı olmayan gecelerin göğüne
bir çentik daha atarken kayan yıldızlar
odamın içindeki havayı beyaza boyuyorum.
gözümü kapatınca aydınlık olsun istemem
yanlış değil.

zincirlenmiş bir prensesi kurtarsam da
uçan atımdan aşağıya atlayacak, biliyorum.
hikayenin sonuna geldiğimizde,
tek suçlu her zaman kurtarıcı olur
filmlerin aksine.
çünkü çöle doğmuş birinin, çöle özlem duyması
yanlış değil.