23 Mart 2015 Pazartesi

bu kedi

yolum düşer de seninle fazladan bir adım atmış olurum
bütün plakalar senin şehrine uğramış gibi
düşüncelerimiz kekeliyor bi kere, konuşsak nereye varacak
özürler dilenecek masaya konulacak eller
kolum düşecek ve bir damla kan akacak
omuzlarından başlayarak ısıtmaya bileğine varana kadar

burada seni beklerken, yani ne sayfalar yetecek ne de zaman
susmaya, ve sana söyleyemediğim her şey
bir iş çıkış saatinde otobüse binmeye sıralanacaklar
ne yazık ki, buralarda otobüsler hiçbir zaman sessiz olmuyor
bak şurada telefonda konuşan teyzeler misali havalar duruyor
ve arkaya doğru okuldan çıkan liseli çocuklar kadar hareketli,
hararetli sevgi sözcükleri

burada kimse ölmekten bahsetmiyor, benden başka
hep bir doğum heyecanı adamların yüreğinde
bir yenidoğan kalbi kadınlar,
böyle böyle beni çizgimden uzaklaştırırken insanlar
bir tek sana ölümden bahsedebildiğimi hatırlıyorum
sözcüklerimizin şifası kayıp, içimiz hastalanıyor konuştukça

mutlu olman gerekiyordu sevinebilmem için
bir hitit tarih yazıcısı gibi
her gülüşünü not alacaktım ben
ama taştan tabletlere ama avuçlarıma, sivrilmiş topuklara
kanatmadan parmaklarımı

uyanıyorum bir sokak kedisinin peşindeyim
hangi harf hangi kelimenin unutmuş
saçları önüne düşmüş yüklemlerine götürecek
bu kedi beni, bu kedi beni bir devrik cümle
uğruna sokak kapısının açık bırakılacağı
eve kaybettiği ruhu getirecek bir kedi
bu kedi

17 Mart 2015 Salı

Birazdan altın vuruş yapıcak başarısız bir yazar gibi hissediyorum, ama ne birazdan altın vuruş yapıcam ne başarısızım ne de yazarım mesela. Sadece senden sonra gelen o durdurulamaz düzensizliği başımdan o kadar atmak istemiyorum ki, benzetmedeki düzensizlikle yarışır. Böyle 8 metrekare bi odada kıyafetler yerde, yatak olarak açılmamaktan açılabilme özelliğini unutmuş bi çekyat, alışılmışın üzerinde artış gösteren entropi, fonda çalan az dinlenen dağılmak üzere olan rock grubu da buna dahil. Eskimiş köşeleri soyulmuş bi masa ve üzerinde eskizler, bira şişeleri kapının köşesinde, yayınevinden kabul edilmemiş taslaklardan biri eve girilir girilmez o şişelere doğru fırlatılmış, kapak sayfasından açılmış ilk sayfası katlanmış çarpmanın etkisiyle kalan yaprakların arasında bir kaç milimetrelik boşluklar, senin içinde oluşan o milimetrelik boşlukların oluşturduğu eğrilikte işaret parmağını kaydırma hevesi. Sonra beyaz bir ekmek poşetine küllükten dökülmüş sigara izmaritleri, zıvanaya sarılı kalmış yanık çarşaf ve içindeki küle dönüşmüş ottan kalıntılar, yere atılmış tomurcuklar ve o öldürücü anı bekleyen şırınga. O şırınga vur emri bekleyen bir asker gibi. O şırınganın içinde meşgule atılan bi telefon, o şırınganın içinde söylenemeyen sözler. Doz o kadar artmış ki, boşa akıta akıta bitmeyecek. Bu sekiz metrekarelik bir şey eksik kaldı, boş sigara paketleri, nerede olsun istersin? Öyle çok yer kaplıyorlar ki, teker teker içlerinin boş çıkmasını izliyoruz, harcanmalarını. Bi şeylere ihtiyaç duyuyorum bak düzene mesela, biraz daha güzel yazı yazsa başarılı olabileceğini düşünen bir ilkokul çocuğundan farksız olan bu birazdan son güzelliğini yapacak başarısız yazar gibi ama dedim ya, ne birazdan son güzelliğimi yapacağım, ne başarısızım ne de yazarım. İçimin bütün çocuklukları sende kaldı ve büyüdüğünü düşünen bi çocuk var şimdi sadece. Bi yardım eder misin evli bir adam oturtmaya çalışıyorum içime? İşine gidip gelen, bu sırada herkesi ve her şeyi geride bırakmış. Senden sonra gelen o durdurulamayan kazanılmış düzensizliği tekrara alınan şarkılarla iyileştirmeye çalışmayan birine bırakmaya çalışıyorum kendimi. Öyle muhtaç kalmayan sana ve senin sözlerine. Hala sana bağlı, adını kullanman yetecek ya da adını duyduğunda, sesine yaklaştığında hiçbir şey hissedemeyecek birini koymam içime. Biliyorsun bu semboliklik iyi gelmiyor yaşama sevincine insanların ve elbette biliyorsun, ne kadar değişsen de biliyorsun hala köpeklerden korktuğumu, alkollüyken daha konuşkan olduğumu, aynı sigarayı içtiğimi, aynı şarkılara dertlendiğimi ve hala aynı şairleri okuduğumu. Bu bir eve dönüş değil, bu bir avuntu değil bu sadece onlar kadar güzel olan bir his, bir istek, bir ihtiyaç. Bu ilham değil, bu kaybedilen atkı değil bu sadece meşgule atılmaya layık görülmüş bir telefon görüşmesi. İyi geceler.

8 Mart 2015 Pazar

Duru

avuçlarımda gözlerin,
insanları sen gibi izleyebiliyorum
sen gibi duru.

yolumdasın biliyorum, henüz çakıllı
ne geç kalacaksın ne de erken varacaksın
zaten sen geç kalmazsın
erken gelen ben olurum

çarşamba gecelerine benzer
aynı yastıkta uyuyabilmek
sadece sakin insanların sevebildiği.
gün dönmeden, dünya aydınlanmadan
son olduğu bilinen bir sarılma sırasında
soluğun gibi unuttuğun sorunları
yıllar sonra alnımızda çizgi göreceksin

bu camekanlardan yansıyan değil
gerçeğine dokunurken güneşin
keşke ikimiz için iki tane güneş varolsaydı
keşke içimiz için güneyde bir şehir ayrılsaydı
varolduğunu bilmenin sıcaklığı yeteceği.

bir düşünce nasıl üşütürse, nasıl yaşatırsa
o kadar yaşatıyorum seni
o kadar yaşlanıyorum sana

6 Mart 2015 Cuma

B

bilirsin bordo
bardaklar çayla doluyorken bize gelen
tütünlerimizi ben sarıyorum, sen yalar mısın
bilirim dilin şifadır insanlığa

bir fotoğraf vardır silinmiş ama saklı
zorla çekilmiş gibi bulanık
bulanık olduğu için sevilmemiş

AMA BEN BULANIK ŞEYLERİ SEVERİM

bulanıklılığımız, tozlululuğumuz
saçlarımızın uzaklığı ve birlikte düşündüğümüz zaarf kelimesi

ve elbette haftasonunu ayrı yazmamak
bazı kelimeler gibi büyük
Bazı cümleler gibi, anlaşılması istendiğinden özenle yazılan.
omzumuzda denge, gözlerimizde içimizin kıvırcık yalnızlığı
çıkarken çöpleri atmayı unutma notları

ve yine elbette yabancı bir şehrin pencerelerinde kaynayan ışıkla
sevgiler, kara bulutlar