11 Aralık 2018 Salı

Gordion Düğümü


- Yalan da kılıç kadar keskindir.

Balkona çıkmak için güneşi kolluyordum. Binanın köşesinde kaybolduğunu sanıp adım attığım anda ayağımın değdiği fayansın sıcaklığını hissettim. Bu sıcaklık tabanlarımdan bütün vücuduma yayılan bir ısı dalgasına dönüştü. Birkaç dakika, sıcaklığım zeminle dengelenene kadar kıpırdamadan bekledim. Sonra o eski demir sandalyeyi düz bir yere çekip oturdum. Şimdi solum ufka kadar maviye boyanmıştı. Yüzümün kızardığını hissediyordum. Zeytin gözlerini dakikalardır üzerimde tutuyordu, onun bakışlarında güçlü bir his vardı ve bu enerji beni yakıyordu. Ona baktığımda esmer teninin havadan daha sıcak olduğunu sezebiliyordum. İçimi temizleyen bir dalga gönderiyordu sanki. Bu dalgadan gülümsediğini hissedebiliyordum, ona bakmama gerek bile yoktu. Ama baktım.

Alnının sağından çenesine kadar inen doğum lekesinin ona kattığı mistikliği kimse reddedemezdi. Aklının Gordion Düğümü’nü yüzüne yansıtıyordu bu. Hiçbir zaman bilinemeyecek düşüncelerini saklıyordu. Beklediği Büyük İskender bu çağda gelmeyecekti. Belki en yüce kılıcın bile kesemeyeceği bir düğümü saklıyordu, bu çağda çözülemeyecek biriydi. Onu anlamak için bazı sırlara vakıf olmak gerekiyordu. Ama bazen düğüme dışarıdan, hatta çok dışarıdan bakmak bile anlamak için yetiyordu. O mistik kadının içinde yaşanılmamış bir çocukluk görüyordum.

Sigarası izmaritine kadar yanmıştı. O dalgın ama aynı zamanda bütünüyle odaklanmış bakışları benim üzerimdeydi. Ne zaman olduğunu anlamadığım bir anda konuşmaya başladı.

“Denize böyle bakışını bana babamı hatırlattı. Bazı insanlar denize öyle bir bakar ki, onlardaki kaybolma isteği herkese bulaşır. Babam da böyle biriydi. Nedenini sonradan öğrendim. Babaannem onu vaftiz ederken koyduğu isim yüzündenmiş. Su kenarları ve dağlar sizin kültürünüzde de kutsal, anlarsın o yüzden. Bir roman çocuğu doğduğunda akan suyla vaftiz edilir ve bu sırada yalnızca annesinin bileceği asıl ismi konur. Bu isim Azrail’in onu almaması için hep saklanır ve kimseye söylenmez. Babamın vaftiz adı Derav’mış. Yani Deniz. Bu yüzden ne zaman derin bir su birikintisi görse öylece bakarmış. Bu evi de tam senin oturduğun sandalyeden görünen manzara için almış. Parayı nereden buldu ne iş yapıyordu hiç bilmiyorum, kimse konuşmaz bunun hakkında. Nasıl olduğu önemli değil, şu an benim burada olmamı ve bir hayat kurmamı sağladığı için minnettarım. Başlarda çok zorlanmıştım, bütün çocuklar benden nefret ediyordu. Sınıfta ne kaybolsa beni suçluyorlardı. Sonra Deniz Öğretmen bizim sınıf öğretmenimiz oldu. Onun sayesinde hem benim çekingenliğim hem de diğer çocukların ön yargısı kırıldı. Sonra en yakın arkadaşım da Deniz diye bir kız oldu. Bahsetmiştim sana, lisedeyken ölmüştü. Hatırlarsın belki. O kızın hayatıma getirdiği aydınlanma en büyük olanıydı. Bana normal bir ailenin nasıl olduğunu gösterdi. O öldükten sonra ailesi beni kızları gibi gördü, şefkatin nasıl bir şey olduğunu öğrendim. Sonra birkaç Deniz daha oldu. Hiçbiri bu tesadüfü karartacak insanlar değillerdi. Sonra sen oldun, babamın sandalyesinde oturmaya ve benimle konuşmaya başladın. Bana bakmaya başladın. Benim nefret ettiğim yüzümü bana sevdirdin. Senin de adının Deniz olmasını isterdim.”

Deniz konusuna girdiği andan itibaren yüzümde anlamını bilmediği bir gülümseme vardı. Şimdilik Gordion Düğümü bendeydi. Konuşması bittikten sonra da çözülme sırası bana geldi ya da çözülmüş gibi yapma. En başından başladım.

“Doğduğum yeri anlatmıştım sana. İnsanlar denizi sadece bir efsane olarak bilir orada. Ve bu efsane öyle güzel anlatılırmış ki, annemi hep etkilermiş. Her gece hayalinde gök rengi ve çok büyük suları düşünerek uyurmuş. Babamı da ikna etmiş ve ben doğduğumda bana Deniz adını koymuşlar. Ama daha kimliğime işlenmeden ayrılmak zorunda kalmışız. Taşındığımız şehirde de deniz sadece anlatılanlardan ibaretmiş. Ayrılmamızı gerektiren olaylar yüzünden bütün ailenin adı ve soyadı değiştirilmiş. Haliyle benim adım da artık Deniz olmaktan çıkmış. Herkes birbirinin yeni adına alışırken arada unutulup gitti.”

Bu uydurma hikayeyi anlatırken gözlerindeki zeytinler olgunlaştı. Böyle bilmesinin kimseye zararı olmayacaktı. Üzerindeki bu büyülenmiş hali atmasını bekledim. Gözleri hala yaşlıydı. Yanındaki saksıdan bir avuç toprak aldı ve birkaç damla yaşını toprağa damlattı. Sonra içeriye gitti. Geldiğinde içerisinde az önce gözyaşıyla ıslattığı toprağın olduğu bir kavanoz bıraktı masaya. Ne yaptığını anlamıştım. O anki gülümsemesi, bu yalanı ölene kadar sürdürmem için yeterliydi. Boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.

“Geçen gece kurduğun bir cümle vardı. Bizim kimliğimiz yalnızca toprak olabilir demiştin. Bu saksıdaki toprak senin doğduğun yerden gelme. Bunu bilmiyordun di mi?”

Sonra ellerimi aldı ve kavanozun etrafına sardı.

“Bundan sonra senin kimliğin bu toprak. Sakın kaybetme.”

***

Gordion’da, bugünkü Ankara sınırları içerisinde, Frigya’nın ilk kralı Gordios’un attığı bir düğüm vardır. Gordios, şehre gelirken yanında getirdiği kağnıyı kızılcık dallarıyla bir tapınağa bağlar ve bu düğümü çözenin Asya’nın Hükümdarı olacağını söyler. Bu düğüm yüzyıllarca çözülemez, ta ki Büyük İskender gelene kadar. Ne yazık ki İskender de elleriyle ve zekasıyla düğümü çözemeyip kılıcıyla parçalar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.