-
Yalan da kılıç kadar keskindir.
Balkona
çıkmak için güneşi kolluyordum. Binanın köşesinde kaybolduğunu sanıp adım
attığım anda ayağımın değdiği fayansın sıcaklığını hissettim. Bu sıcaklık
tabanlarımdan bütün vücuduma yayılan bir ısı dalgasına dönüştü. Birkaç dakika,
sıcaklığım zeminle dengelenene kadar kıpırdamadan bekledim. Sonra o eski demir
sandalyeyi düz bir yere çekip oturdum. Şimdi solum ufka kadar maviye
boyanmıştı. Yüzümün kızardığını hissediyordum. Zeytin gözlerini dakikalardır
üzerimde tutuyordu, onun bakışlarında güçlü bir his vardı ve bu enerji beni yakıyordu.
Ona baktığımda esmer teninin havadan daha sıcak olduğunu sezebiliyordum. İçimi
temizleyen bir dalga gönderiyordu sanki. Bu dalgadan gülümsediğini
hissedebiliyordum, ona bakmama gerek bile yoktu. Ama baktım.
Alnının
sağından çenesine kadar inen doğum lekesinin ona kattığı mistikliği kimse
reddedemezdi. Aklının Gordion Düğümü’nü yüzüne yansıtıyordu bu. Hiçbir zaman
bilinemeyecek düşüncelerini saklıyordu. Beklediği Büyük İskender bu çağda
gelmeyecekti. Belki en yüce kılıcın bile kesemeyeceği bir düğümü saklıyordu, bu
çağda çözülemeyecek biriydi. Onu anlamak için bazı sırlara vakıf olmak
gerekiyordu. Ama bazen düğüme dışarıdan, hatta çok dışarıdan bakmak bile
anlamak için yetiyordu. O mistik kadının içinde yaşanılmamış bir çocukluk
görüyordum.
Sigarası
izmaritine kadar yanmıştı. O dalgın ama aynı zamanda bütünüyle odaklanmış
bakışları benim üzerimdeydi. Ne zaman olduğunu anlamadığım bir anda konuşmaya
başladı.
“Denize
böyle bakışını bana babamı hatırlattı. Bazı insanlar denize öyle bir bakar ki,
onlardaki kaybolma isteği herkese bulaşır. Babam da böyle biriydi. Nedenini
sonradan öğrendim. Babaannem onu vaftiz ederken koyduğu isim yüzündenmiş. Su
kenarları ve dağlar sizin kültürünüzde de kutsal, anlarsın o yüzden. Bir roman
çocuğu doğduğunda akan suyla vaftiz edilir ve bu sırada yalnızca annesinin
bileceği asıl ismi konur. Bu isim Azrail’in onu almaması için hep saklanır ve
kimseye söylenmez. Babamın vaftiz adı Derav’mış. Yani Deniz. Bu yüzden ne zaman
derin bir su birikintisi görse öylece bakarmış. Bu evi de tam senin oturduğun
sandalyeden görünen manzara için almış. Parayı nereden buldu ne iş yapıyordu hiç
bilmiyorum, kimse konuşmaz bunun hakkında. Nasıl olduğu önemli değil, şu an
benim burada olmamı ve bir hayat kurmamı sağladığı için minnettarım. Başlarda
çok zorlanmıştım, bütün çocuklar benden nefret ediyordu. Sınıfta ne kaybolsa
beni suçluyorlardı. Sonra Deniz Öğretmen bizim sınıf öğretmenimiz oldu. Onun
sayesinde hem benim çekingenliğim hem de diğer çocukların ön yargısı kırıldı.
Sonra en yakın arkadaşım da Deniz diye bir kız oldu. Bahsetmiştim sana,
lisedeyken ölmüştü. Hatırlarsın belki. O kızın hayatıma getirdiği aydınlanma en
büyük olanıydı. Bana normal bir ailenin nasıl olduğunu gösterdi. O öldükten
sonra ailesi beni kızları gibi gördü, şefkatin nasıl bir şey olduğunu öğrendim.
Sonra birkaç Deniz daha oldu. Hiçbiri bu tesadüfü karartacak insanlar
değillerdi. Sonra sen oldun, babamın sandalyesinde oturmaya ve benimle
konuşmaya başladın. Bana bakmaya başladın. Benim nefret ettiğim yüzümü bana
sevdirdin. Senin de adının Deniz olmasını isterdim.”
Deniz
konusuna girdiği andan itibaren yüzümde anlamını bilmediği bir gülümseme vardı.
Şimdilik Gordion Düğümü bendeydi. Konuşması bittikten sonra da çözülme sırası
bana geldi ya da çözülmüş gibi yapma. En başından başladım.
“Doğduğum
yeri anlatmıştım sana. İnsanlar denizi sadece bir efsane olarak bilir orada. Ve
bu efsane öyle güzel anlatılırmış ki, annemi hep etkilermiş. Her gece hayalinde
gök rengi ve çok büyük suları düşünerek uyurmuş. Babamı da ikna etmiş ve ben
doğduğumda bana Deniz adını koymuşlar. Ama daha kimliğime işlenmeden ayrılmak
zorunda kalmışız. Taşındığımız şehirde de deniz sadece anlatılanlardan ibaretmiş.
Ayrılmamızı gerektiren olaylar yüzünden bütün ailenin adı ve soyadı
değiştirilmiş. Haliyle benim adım da artık Deniz olmaktan çıkmış. Herkes
birbirinin yeni adına alışırken arada unutulup gitti.”
Bu
uydurma hikayeyi anlatırken gözlerindeki zeytinler olgunlaştı. Böyle bilmesinin
kimseye zararı olmayacaktı. Üzerindeki bu büyülenmiş hali atmasını bekledim. Gözleri
hala yaşlıydı. Yanındaki saksıdan bir avuç toprak aldı ve birkaç damla yaşını
toprağa damlattı. Sonra içeriye gitti. Geldiğinde içerisinde az önce gözyaşıyla
ıslattığı toprağın olduğu bir kavanoz bıraktı masaya. Ne yaptığını anlamıştım. O
anki gülümsemesi, bu yalanı ölene kadar sürdürmem için yeterliydi. Boğazını
temizledi ve konuşmaya başladı.
“Geçen
gece kurduğun bir cümle vardı. Bizim kimliğimiz yalnızca toprak olabilir
demiştin. Bu saksıdaki toprak senin doğduğun yerden gelme. Bunu bilmiyordun di
mi?”
Sonra
ellerimi aldı ve kavanozun etrafına sardı.
“Bundan
sonra senin kimliğin bu toprak. Sakın kaybetme.”
***
Gordion’da, bugünkü Ankara
sınırları içerisinde, Frigya’nın ilk kralı Gordios’un attığı bir düğüm vardır.
Gordios, şehre gelirken yanında getirdiği kağnıyı kızılcık dallarıyla bir
tapınağa bağlar ve bu düğümü çözenin Asya’nın Hükümdarı olacağını söyler. Bu
düğüm yüzyıllarca çözülemez, ta ki Büyük İskender gelene kadar. Ne yazık ki
İskender de elleriyle ve zekasıyla düğümü çözemeyip kılıcıyla parçalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.