Yaşamaktan çoğunlukla keyif alıyordu. Onu yoran yalnızca bu bekleme seanslarıydı. Biliyordu ki o beklenti dolu geceden sonra, yani bu sene de hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabul ettiğinde biraz daha güçsüzleşecekti. Her günün her saatinin her dakikasının her saniyesi içi çürüyordu. Yavaş yavaş ama hissedilebilir bir çürümeydi bu. Kimseyle paylaşılamayan, kimsenin anlamak istemeyeceği bir engeldi bu ona. Beklemesi gerektiğini bilerek beklemek. Hayatının her alanına öyle güçlü kökler salarak yerleşmişti ki, içindeki bu çürümeyi kimse tahmin bile edemezdi. Bu güçsüzleşmeye kimse inanmazdı. Ama kendisi bile, artık uyumak istiyordu. Artık her şeyi unutup uyumak istiyordu.
Sesler vardı bu güçsüzlük ve çürüme içerisinde, havadan ağır bir gaz gibi zemine çöken sesler. Yeşil elmanın tadının kaldığı dudaklardan çıkan seslerdi bunlar. Çok ağırlardı. Çok şey söylüyorlardı ve durmadan ama durmadan zemini ağırlaştırıyorlardı. Oturduğu sandalyenin içerisine battığı zemini. Kırk yaşının ağırlığı da değildi bu, yeni bir özlem de değildi. Yaşanmamış hiçbir şey kalmamıştı ve bu bir hafifleme değil büyük bir yük getiriyordu. Hayatta geri kalan zamanı doldurma yükü. Bu yüzden sürüyordu bu beklenti, bu yıkıcı beklenti. Hatta dünya, belki de tanrı, bu beklentinin sürmesi için ona oyun oynuyordu. Haftalarca aralıksız yağmur yağsa bile, o gün geldiği hiç bulut olmuyordu. Beklediği tanrıça inmiyordu şehrine, kolunu boynuna dolayıp elini tutmuyordu onun. Hiç kuyruklu yıldız geçmiyordu penceresinden.
Bulutların arasında keskin çizgilerle kıvrılan bir nehri andırıyordu yıldırımlar. Sanki bir gelen olacaktı bu sefer. Bir saatini pilini değiştirmek bile bu kadar zorken, bu beklentiyi daha fazla sürdürmesinin ne anlamı vardı. Zihninde ve bedeninde hissettiği bu yaşlanmayı daha ne kadar reddedebilirdi bir beklenti adı altında. Unutmaya bile başlamıştı, beklediği şeyi. Nasıl bir şey olduğunu unutmaya başlamıştı. Ölen birinden kalan fotoğraflara bakmak gibiydi yaptığı şey. Aslında orada olmayanı görmeye çalışmak. Ruhu.
Bulutların arasında keskin çizgilerle kıvrılan bir nehri andırıyordu yıldırımlar. Sanki bir gelen olacaktı bu sefer. Bir saatini pilini değiştirmek bile bu kadar zorken, bu beklentiyi daha fazla sürdürmesinin ne anlamı vardı. Zihninde ve bedeninde hissettiği bu yaşlanmayı daha ne kadar reddedebilirdi bir beklenti adı altında. Unutmaya bile başlamıştı, beklediği şeyi. Nasıl bir şey olduğunu unutmaya başlamıştı. Ölen birinden kalan fotoğraflara bakmak gibiydi yaptığı şey. Aslında orada olmayanı görmeye çalışmak. Ruhu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.