17 Aralık 2018 Pazartesi

Kuyruklu Yıldız

Saatinin pilini değiştirmek için kolundan çıkardığında fark etmişti, artık eskisi kadar güçlü değildi. Son 15 yıldır kendince bir anma töreni gerçekleştirdiği tarih yaklaşıyordu. Bu güçsüz hisleri buna bağlamak istiyordu. Çok uzun zaman önce hayatından bir kuyruklu yıldız geçmişti ve o, bunun yeniden gerçekleşeceği umuduyla aynı tarihte hep yukarıyı izliyordu. Sanki bir mucize gerçekleşecek ve şehre yeniden ayak basacaktı o tanrıça. Bunu bazı seneler öyle güçlü hissediyordu ki, bir hafta öncesinden izin alıyordu iş yerinden. Kış başlangıcında göğe açılan pencereye yanaştırıp sandalyesini, yıldızları izliyordu. Bu bazı çok güçlü hissettiği senelerde tanrıya dua bile etmişti, ya o gelsin ya hava kapalı olsun diye. Oysa her sene o tarihte güney yönünde yıldızlar hep açıktaydı. Onun beklediği kuyruklu yıldız, o tanrıça hiç yoktu ama geri kalan her şey yerli yerinde ve gözler önündeydi. Çok eskiyi hatırlaması için orada duruyorlardı.

Yaşamaktan çoğunlukla keyif alıyordu. Onu yoran yalnızca bu bekleme seanslarıydı. Biliyordu ki o beklenti dolu geceden sonra, yani bu sene de hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabul ettiğinde biraz daha güçsüzleşecekti. Her günün her saatinin her dakikasının her saniyesi içi çürüyordu. Yavaş yavaş ama hissedilebilir bir çürümeydi bu. Kimseyle paylaşılamayan, kimsenin anlamak istemeyeceği bir engeldi bu ona. Beklemesi gerektiğini bilerek beklemek. Hayatının her alanına öyle güçlü kökler salarak yerleşmişti ki, içindeki bu çürümeyi kimse tahmin bile edemezdi. Bu güçsüzleşmeye kimse inanmazdı. Ama kendisi bile, artık uyumak istiyordu. Artık her şeyi unutup uyumak istiyordu.

Sesler vardı bu güçsüzlük ve çürüme içerisinde, havadan ağır bir gaz gibi zemine çöken sesler. Yeşil elmanın tadının kaldığı dudaklardan çıkan seslerdi bunlar. Çok ağırlardı. Çok şey söylüyorlardı ve durmadan ama durmadan zemini ağırlaştırıyorlardı. Oturduğu sandalyenin içerisine battığı zemini. Kırk yaşının ağırlığı da değildi bu, yeni bir özlem de değildi. Yaşanmamış hiçbir şey kalmamıştı ve bu bir hafifleme değil büyük bir yük getiriyordu. Hayatta geri kalan zamanı doldurma yükü. Bu yüzden sürüyordu bu beklenti, bu yıkıcı beklenti. Hatta dünya, belki de tanrı, bu beklentinin sürmesi için ona oyun oynuyordu. Haftalarca aralıksız yağmur yağsa bile, o gün geldiği hiç bulut olmuyordu. Beklediği tanrıça inmiyordu şehrine, kolunu boynuna dolayıp elini tutmuyordu onun. Hiç kuyruklu yıldız geçmiyordu penceresinden.

Bulutların arasında keskin çizgilerle kıvrılan bir nehri andırıyordu yıldırımlar. Sanki bir gelen olacaktı bu sefer. Bir saatini pilini değiştirmek bile bu kadar zorken, bu beklentiyi daha fazla sürdürmesinin ne anlamı vardı. Zihninde ve bedeninde hissettiği bu yaşlanmayı daha ne kadar reddedebilirdi bir beklenti adı altında. Unutmaya bile başlamıştı, beklediği şeyi. Nasıl bir şey olduğunu unutmaya başlamıştı. Ölen birinden kalan fotoğraflara bakmak gibiydi yaptığı şey. Aslında orada olmayanı görmeye çalışmak. Ruhu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.